URFA - HALFETİ
Uzun zamandır yazamıyorum. 5 ay oldu. İlk 4 ay zaten iş ve hayat yoğunluğundan yapacak farklı birşey olmamıştı. Elazığ’da ve Malatya’da birkaç motosiklet gezisi yaptım. Özellikle Elazığ’da acil hekimi motorcu arkadaşım Kemal ile Tunceli Pertek’e giden feribotun kalktığı sahil tarafında güzel kros maceralarımız oldu. Motorların zıplayabileceği her tümsekten zıpladık. Birkaç milisaniye bile havada kalmanın tadına vardık. Gözümüzün kestiği her tepeye tekerlerimizden topraklar fırlatarak tırmandık.12 Şubat itibariyle Mardin Kızıltepe’de göreve başladım. Geldiğim günle birlikte sinüzit atakları başladı ve hala devam etmekte. Dışarı bakınca sis var zannedilse de aslında görülen bulanık manzara toz bulutuna ait.
Sigarayı bırakalı bir yıl oldu pek de memnundum ama burada sanki iki paket sigara içiyor gibiyim. Öksürük aksırık tıksırık ne varsa hepsi var. Yakın zaman önce yollar arnavut kaldırımı ile döşenmiş olsa da malesef coğrafyanın da katkısıyla toz eksik olmuyor. Toz her yerde. Yatak odamda gece öksürükten uyanmayayım diye buhar makinesi koydum. Hava çok kuru ve tozlu. Kaldığım evde camlar hiç temizlenmemiş. Mesela şehirlerde görülür ya hani camdan sarkıp cam silen teyzeler, burada bunu yapmanın bir anlamı yok çünkü bir kaç gün içinde eski tozlu hallerini alıyorlar. Aynı şey arabalar için de geçerli.
Hoş evin camlarının temizlenmeme nedeni sadece bu değil aslında. Birlikte kaldığım arkadaşlarım bir keresinde temizliğe gelen kadının sadece camları değil camların çevresindeki 1 metrelik bir alanı da hiç temizlemediğini görmüşler. Kızıp kadına sormuşlar neden temizlemedin diye. Meğer kadın daha önce iki katın üzerinde hiç biryere çıkmadığı için 7. kattaki camdan dışarı bakamamış, korkmuş yanaşamamış camlara. Diğer gelen kadınlar da ev işinden pek anlamıyormuş zaten, yapılan bütün ütüleri kendileri baştan yapınca artık kadın çağırmamaya karar vermişler. Bugün posta kutusunda yeni açılan bir temizlik şirketinin reklamını buldum. Bu açığı fark etmiş olacaklar ki deneyimli elemanlarla temizlik yapmayı vaad ediyorlardı.
Neyse Kızıltepe’yi ayrı bir yazı konusu olarak ayırmakta fayda var, arada kaynamasın şimdi. Yine de beni esir eden toz hakkında laflamadan geçemedim işte...
Kızıltepe’ye gelmeden önce Malatya’da motorumu değiştirmiştim. Yeni sevgilim 2008 model Yamaha XT 660 R. Yollardan uzun süre kar kalkmadığından buraya geldikten ancak 3 hafta sonra Malatya’ya gidip getirebildim kendisini. Cuma günü öğlen önce Diyarbakır’a oradan da Malatya’ya minibüs’le toplam 8 saatte ulşatım. Yol topu topu 270 km’lik olsa da şehirler arası otobüs değil minibüs taşıması yapıldığından ve o da her yerde durduğundan yol böyle uzun sürüyor. Her iki şehir arasında da minibüsler dolup taşıyor.
Malatya’da kadim dostum Cihangir ve ailesiyle güzel bir akşam geçirip Cumartesi günü erkenden motorla buluşmaya gittim. Sağolsun Lider Motor’un sahibi Ali Ekber Usta üç haftada motoru çıplak haliyle ilgisi olmayan bir turing makinesine dönüştürmüş. Turing cam, alt koruma, yan çanta demirleri, çantalar vs...Bunlar karşısında ödediğim cüzi miktar harcadığı bu emek ve zamanı karşılamaz. Yaptığı iş hakikaten gönül işi, sağolsun.
Aslında o günü de asker arkadaşlarım Levent ve Cihangir’le geçirmeyi planlıyorum ama internet Pazar gününü yağışlı hava gösterince hemen yola düşmeye karar verdim. Doğru dürüst vedalaşamadan bazı dostlarıma hal hatır soramadan Malatya’dan ayrılmak zorunda kaldım.
Yeni sevgilimin uzun yol performansından genel olarak memnun kaldım ama tek silindirli olduğundan 110-120 sonrasında vibrasyon kaçınılmaz oluyor. Bir an önce Mardin’e ulaşma kaygım olduğundan fazla fotoğraf çekemedim.
Aslında bu yazıda kronolojik sırayla anlatsam hikayemi önce Mardin’den bahsetmem gerekir ama onu bir seferde anlatmam çok zor. Şu ana kadar bir hafta sonumu ve muhtelif hafta içi günleri Mardin’i gezmekle geçirsem de daha çok mesai harcamam gerekecek. O nedenle şimdilik Urfa’ya uzun atlama yapacağım.
Kızıltepe Urfa arası 160 km. Yol muhtemelen Türkiye’de iki şehiri birbirine bağlayan en berbat yoldur. Haritadan baktığınızda dümdüz bir çizgi şeklinde. İnsan “Oh basar giderim” diye düşünüyor ama yol kalitesi o kadar kötü ki. Ezik, gedik, çukur, tümsek, yama dolu bir yol. Ben arabamı bu yolda 30 km hızdan daha hızlı kullanmaya kıyamıyorum. Yine de yolun bozukluğuna aldırmadan hızlı gidenler var. Ama insanlar ne yapsın, bu dümdüz yolda da yavaş gidilmez ki. Geçenlerde Renault servisindeki ustayla ayaküstü sohbet ettik, dediğine göre bu yollarda giden sıfır araçlarda bir kaç ay sonra hemen sanki araba eskiymiş gibi tıkırtı/çıtırtı başlıyormuş. Yolda amortisörleri de kıranların sayısı az değilmiş.
Kemal Usta tipik bir motor ustasından çok daha fazlası bir insan. İçi dopdolu bir gönül adamı. Dükkanın içinde 6-7 tane büyük motor var. Hepsi kurdukları “gudu gudu” ekibinden birine ait. Motorların ön tarafında da ekip elemanlarının kıyafetlerinin bulunduğu dolaplar var. Bir motorcu için ideal bir mekan. Atla gel giyin ve yola çık. Üstelik yola çıkmadan önce de motorunun her türlü problemi için yanında Kemal Usta gibi bir erbap olsun. İzmir’de de Bostanlı’da buna benzer bir alan açılmıştı. Aylık ücret karşılığında hem motorunu park ediyorsun hem de sana bir çelik dolap veriyorlar içine kıyafetlerini koruyorsun. Urfa’daki bu organizasyonda bunlara ek olarak güneydoğu’nun en nitelikli motosiklet ustasının refakati ve tüm bunların da beleş olması cabası.
15-16 mart urfa halfeti 9
Kısa bir süre sonra internet aracılığı ile tanıştığım Özgür geliyor. Yanında sevgilisi Pınar da var. Birlikte hoş sohbet eşliğinde kahvaltı yapıyoruz. Kemal Usta’nın mekana döndüğümüzde bizi Uğur-Işıl ve Muzaffer-Candan ile tanışıyorum. Bu kadar motorcu toplanır da marşlara basılmadan olmaz . Kısas’a doğru sürmeye başlıyoruz. Nereye, nasıl bir yere gittiğimiz hakkında bir fikrim yok. 30 km kadar durduğumuzda herkes kaskını çıkarmaya başlayınca hedefe vardığımızı anlıyorum. Nereden bulmuşlarsa burayı. Kısas’ın ortasında köşe başında şirin küçük bir dükkan. Ama en önemli özelliği önüne tabureleri atıp bira içilebiliyor olması.
Akşama Mersin’den gelen 7 kilo 700 gram ahtopot-rakı ziyafeti için beni de davet ediyorlar, sözleşiyoruz. İstikamet Balıklı Göl ve Pınar’la buluşma. Pınar gelmeden birkaç fotoğraf çekme fırsatım oluyor.
Uzansan ıslak bedenlerine dokunabilirsin. Elin kaymasa tutup çıkarabilirsin bile. Kutsal oldukları için yakalanmaları yasak. Ama ben yine de kimsenin bunlardan bir tane alıp afiyetle yemediğine inanasım gelmiyor. Ankara’da Kuğulu Park’taki kuğulardan birinin boynuna kravat takarak yakalayıp pişirip yiyen adamın efsanesi anlatılır. Eh bir de Tabutta Röveşata diye bir film yapılmış bu ülkede. Hani Rumeli Hisar’ındaki tavus kuşlarından birine bağlanan bir adamın (Ahmet Uğurlu) açlıktan hayvanı kesip yediği film (Seyredilecek on film arasındadır bu arada). Filmde oynayan sokak adamları profesyonellere taş çıkarsa da gerçek oyuncular değildir o filmde. Yıllar önce Rumeli Hisarını gezerken o adamların sokaklarda yaşayan gerçek evsizler olduğunu ve banklarda oturan insanlardan “sosyal yardım” adı altında şarap parası istediğine şahit olmuştum. Ben dahil herkes de sosyal yardımını yapmıştı. Balıklı Göl çevresinde her yerde olduğu gibi buranın tarihini ısrarla anlatmak isteyen üç kuruş para kazanma derdindeki çocuklar dolu. “Anlatma, biliyorum” deseniz de peşinizi bırakmıyorlar. İster türkçe ister ingilizce ister kürtçe anlatırım diye kendi reklamını yapanlarla çoktan kurulu motor gibi anlatmaya başlamış olanlar arasında sıkı bir rekabet var.
Sonuç etrafınızda aynı anda konuşan erkek çocuklarının sesinden oluşan bir cümle karmaşası oluyor. En iyisi nedir ben de bilmiyorum. Ya kulaklarınızı tıkayın ya da öğrenmek istiyorsanız birini alın ki diğerlerini kovalasın.
Dışarıda oturursanız önde Balıklı Gölün arkada da Kale’nin güzel manzarası sarıyor etrafınızı. Hele hava da güzelse yanında menengiç kahvesi, nargile ve hoş sohbetin tadına doyum olmuyor. Yamacın serin havasında otururken aklıma Urfa’nın ampul manzarasına karşı şöyle iki kadeh rakı bir de cızırdayan mangalın buraya çok yakışacağı düştü.
Sabah Kemal Usta beni diğerleriyle buluşma noktasına götürüyor, burada helalleşip ayrılıyoruz.
Pınar, Candan, Muzaffer ve ben birlikte hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra yola düşüyoruz. İstikamet Urfa-Antep otobanından Birecik dolaylarında Halfeti’ye giden yola sapmak. Bu motosikletle düzgün yolda, yağmursuz, karsız açık rüzgarsız havada ilk yolculuğum. Artık hız denemesinin vakti geldi herhalde diye yükleniyorum tek silindire. 167’de takılıyor km. Eh yeter! Otoban koşullarında Muzaffer’lerin 3 silindirli Triumph Tiger’ı sanırım benim bol vibrasyonlu XT’den daha konforludur.
Belediye bu parkurda neler görülebileceğini gösteren bir tabela hazırlamış.
Buranın suyu çok durgun, hiç dalga yok. Kano iyi fikir mesela. Kekova’daki gibi. Zaten ana fikir benzer, batık kent/kasaba üzerinde kanoyla dolaşmak, çevredeki yabani kuşları gözlemlemek, arada suya balıklama dalmak (elektrik direklerine dikkat!), yamaçın kayalıklarına tırmanmak, yandaş kanoyu devirmeye çalışmak falan çok eğlenceli olurdu. Akşamına da su kenarında ya da teknede rakı-balık, üf derim.
Mağaralardan ayrılıp batık köy Savaşan’a gidiyoruz.
Sonraki durak Rumkale. Yolda yine yanımızdaki azıktan tırtıklıyoruz.

İncil'in nüshalarını çoğaltığı rivayet ediliyormuş. 1113 te III. Grogories Rumkale’ye
başpiskoposluk makamını taşıyarak stratejik kimliğinin yanısıra önemli bir dini merkez olmasına da yol açmış.
Rivayet edilirmiş ki : Rumkale beyinin yönetimi devrerdeceği bi oğlu olmuş. Oğlunun adını Nergis koymuş.Bu oğul o kadar güzel ve biçimli bir yapısı varmış ki onu gören tüm genç kızlar ona aşık olur ancak aşkına karşılık bulamayınca yıkılır ve intihar ederlermiş. Delikanlı ise buna bir anlam veremezmiş.
Günlerden bir gün Kale saldırıya uğramış. Kale’nin beyi oğlunu saklamak ve kaçırabilmek amacıyla Rumkale su kuyusuna indirmiş. Kuyunun dibindeki su çok berrakmış. Tıpkı bir ayna gibi olan suda delikanlı kendi görüntüsünü görmüş ve ona aşık olmuş. Eğilip ona ulaşmak isteyince de önce kuyunun dibine ordan da Fırat’a yuvarlanarak boğulmuş.
Denirmiş ki: Delikanlının boğulduğu yerde bir çiçek bitmiş . Adına Nergis denmiş. Dünyanın en güzel kokan çiçeklerinden biri olan Nergis buradan tüm dünyaya yayılmış. Ama hiçbir yerde Halfeti’deki kadar güzel kokmazımış.
Halfeti limanındaki lokantada sahil kenarındaki banklardan birine kurulup bu gölden çıkan “şabut” balığı kebabı ısmarlıyoruz. Şabut büyükçe sazana benzeyen bir balıkmış. Tabakta kılçıklar dışında balığa benzer fazla bir şey yok. Şişe geçirilmiş kübik balık parçalarının pul biber, biber salçası, zeytinyağı ve kuru soğan sosuyla kebaba dönüştürülmüş bir çeşit balık ızgarası bu. Açık söylemek gerekirse üzerindeki bu baharatlar ve sos olmasa bir lezzeti olmadığını düşünüyorum.
Çaylar kahveler içildi saat dört buçuk oldu bile. Bir saat sonra hava kararmaya başlayacak. Mardin ise buradan 2.5-3 saat uzaklıkta. Bu gece Urfa’da kalacağım kesinleşti. Karanlıkta yola çıkmayacağım. Tertemiz havada yapılan uzun gezimizin ardından bir de balıkları götürünce üstümüze feci rehavet çöktü. Kimse yerinden kalkmak istemese de zoraki hazırlanıp yola düştük.
Çaylar kahveler içildi saat dört buçuk oldu bile. Bir saat sonra hava kararmaya başlayacak. Mardin ise buradan 2.5-3 saat uzaklıkta. Bu gece Urfa’da kalacağım kesinleşti. Karanlıkta yola çıkmayacağım. Tertemiz havada yapılan uzun gezimizin ardından bir de balıkları götürünce üstümüze feci rehavet çöktü. Kimse yerinden kalkmak istemese de zoraki hazırlanıp yola düştük.
Sözünü etmeden geçmeyeyim: Bu minyatür güneydoğu Marmaris'inde otantik evlere komşu sabah kahvaltısı dahil kalma fiyatı 15 YTL. Akşama lokantada rakı-balık yapıp sabah yüzüp iki günlüğüne nerede olduğunuzu şaşırabilirsiniz.
Otobanın ortasında daha yeni benzinliği geçeli birkaç km olmuşken deponun kırmızı ışığı yanıyor. Hesabıma göre beni Urfa’ya kadar rahatlıkla götürmesi gerekirdi. Bu motorun kötü yanlarından biri de bu gerçekten. Deposu sadece 14 lt benzin alabiliyor. Biraz bastık benzin o yüzden erken sinyal verdi herhalde. Muzaffer’lere yanaşıp el kol hareketleri ile derdimi anlatınca Suruç sapağından çıkıp benzin aramaya karar veriyoruz. Yol git git bitmiyor. Bakalım hangi tepede yolda kalacağım diye düşünüyorum. Neyse ki yanımda arkadaşlarım var. Suruç girişinde bir benzinliğe kadar götürüyor kalan benzin. Benzinlik ahalisi her zamanki gibi motorları incelemeye koyuluyor sorular soruyor. Derken aralarından biri Muzaffer’lerin motorunu göstererek “Bunun arka tekeri patlak” diyor. Hakkaten de yere dayanmış teker. Kim bilir ne zaman patladı.
Yakınlarda bir lastikçi buluyoruz. Tamir yaklaşık bir saat kadar sürüyor. Mardin yolunda karanlığa kalmamaktan kaçarken daha Urfa’ya varmadan havayı çoktan karartıyoruz. Urfa’ya kalan 30 km karanlıkta sürüyoruz.
Evde Fatih Akın’ın “Yaşamın Kıyısında”sını izleyip bira içiyoruz. Çok yorgunum filmi zor takip ediyorum. Aynı zamanda çok da mutluyum yeni dostlar ve yeni yerler keşfettim. Gözlerim kayarken sabahın köründe kalkıp Mardin’e sürmek istemediğimi düşünüyorum. Bu hafta sonu motora binmeye bile doydum. Daha ne olsun!
Otobanın ortasında daha yeni benzinliği geçeli birkaç km olmuşken deponun kırmızı ışığı yanıyor. Hesabıma göre beni Urfa’ya kadar rahatlıkla götürmesi gerekirdi. Bu motorun kötü yanlarından biri de bu gerçekten. Deposu sadece 14 lt benzin alabiliyor. Biraz bastık benzin o yüzden erken sinyal verdi herhalde. Muzaffer’lere yanaşıp el kol hareketleri ile derdimi anlatınca Suruç sapağından çıkıp benzin aramaya karar veriyoruz. Yol git git bitmiyor. Bakalım hangi tepede yolda kalacağım diye düşünüyorum. Neyse ki yanımda arkadaşlarım var. Suruç girişinde bir benzinliğe kadar götürüyor kalan benzin. Benzinlik ahalisi her zamanki gibi motorları incelemeye koyuluyor sorular soruyor. Derken aralarından biri Muzaffer’lerin motorunu göstererek “Bunun arka tekeri patlak” diyor. Hakkaten de yere dayanmış teker. Kim bilir ne zaman patladı.
Yakınlarda bir lastikçi buluyoruz. Tamir yaklaşık bir saat kadar sürüyor. Mardin yolunda karanlığa kalmamaktan kaçarken daha Urfa’ya varmadan havayı çoktan karartıyoruz. Urfa’ya kalan 30 km karanlıkta sürüyoruz.
Evde Fatih Akın’ın “Yaşamın Kıyısında”sını izleyip bira içiyoruz. Çok yorgunum filmi zor takip ediyorum. Aynı zamanda çok da mutluyum yeni dostlar ve yeni yerler keşfettim. Gözlerim kayarken sabahın köründe kalkıp Mardin’e sürmek istemediğimi düşünüyorum. Bu hafta sonu motora binmeye bile doydum. Daha ne olsun!