Pınarın önündeki havuzdan aşağı akan suların üzerinde yurdum insanı yaratıcı zekasını ve karşı konulmaz gücünü gösterirken güzel birkaç poz yakalıyorum. Her şey iyi ama şınav pozisyonundan geri kalkarken ayaklar akan suya giriyor ister istemez, bunu hesaba katmıyor arkadaşlar.
Yeşilyurt’un birkaç km ilerisinde Gündüzbey var. Kasabanın tam ortasından su kanalı geçiyor. Kanalın çevresinde Arnavut kaldırımları ile kaplı keyifli bir yol var. İnsanlar akşam serinliğinde ellerinde çekirdeklerle burada yürüyüş yapıyorlar. Kanalın çevresinde lokantalar ve mesire yerleri var. Bunlardan en büyük olanı ve en meşhuru Patika Restaurant isimli mekan. Ben de mekanı-maalesef- denedim. Böylece hayatımda ilk defa bir lokantada sinir krizi geçirmiş oldum. Siparişim 1 saat 15 dk’da geldi. Üstelik gelen şey benim istediğim yemek değildi. Garson “Kusura bakma aceleye geldi” filan diye fütursuzca saçmaladı. Ardından bir şkayet mektubunu patronlarına gönderdim ama kimse oralı olmadı. Bence insan sinirlerini bozmamak için buraya hiç uğramamalı. Zaten bu olaydan sonra konuştuğum dostlarım hep benzer kötü hizmetten bahsettiler.
Sadece manzarası değil yemeklerin kalitesi ve lezzeti de çok başarılı. Ama bence en başarılı oldukları konu hizmet. Hani hizmette sınır yoktur denir aynen öyle. Tabağa şöyle ters bir bakış yanınıza bir garsonun gelip bir aksilik olup olmadığını sormasına yetiyor. Biri daima masayla ilgileniyor ve eksikleri gideriyor. Hizmeti öyle abartmışlar ki içki içtiğimiz bir gece nasıl geri döneceğimizi ya da arabayı kimin kullanacağını tartışırken şef garson “Biz bırakırız sizi” dedi. Fiyatlar normal. Malatya’daki bir et restoranıyla aynı. Tek fark burada her kuruşunu hak ettiklerinden hesabı gönül rahatlığı ile ödüyor olmak.
Yazın lokantanın önünden kalkan küçük gezi tekneleri gölde tur atıyorlar.
Buranın meşhur ayaküstü lokantası DONAS diye bir yer. Sadece tavuk döner satıyorlar. İlk geldiğim günlerde diğer doktor arkadaşlar neredeyse her akşam buraya geliyorlardı. Dürüm döner+ayran= 3ytl. İlk geldiğim günden beri gerçekten ben de çok beğeniyorum lezzetini. Zaten sadece döner, basit bir salata ve turşu yok dürümde. İçine ayrıca kızarmış patates ve değişik bir sos koyuyorlar. Nefis baharatlı ama hafif bir tadı var. Lavaş ekmekleri dürümü yapmadan önce ve dürümü sardıktan sonra iki kez ısıtıyorlar. Elinize gelen şey kesinlikle sıcak, içi bir sürü şeylerle dolu kocaman bir dürüm ki yerken içini alttan taşırmamak neredeyse imkânsız.
Gidip sordum kasadaki adama “Her yer tavuk döner satıyor ama burası her zaman tıklım tıklım dolu nedir, ne koyuyorsunuz içine, sosta ne var?” diye patron yamağı “Sır abey söyleyemem” dedi. Gerçi ben adamın dediği “sır” kelimesini nasıl olduysa “fıstık” olarak algılayıp “Neresinde fıstık var bunun ama hiç öyle bir tadı yok” diye boşu boşuna itiraz ettim ama neyse.
İçerisi iki katlı ve hep dolu. Her masada anket kâğıtları var, ilgiden lezzete, sunumdan çalan müziğe kadar puanlama yapmanızı istiyorlar. Kesinlikle başarılı. Çektiğim fotoğraftaki koca döner iki saat önce iki katıymış. Bu lezzetli ve ucuz ayaküstü soslu dürüm yakında büyük şehirlere sıçrarsa şaşırmam.
Arada bir yerde demir levhadan değil ama köpükten yapılma tabela dikkatimi çekiyor: “Kelleci”. Mekanın önünde yerde ne olduğunu anlayamadığım kanlı hayvan parçaları var. İçerisi hakikaten ismine yakışır bir görüntüye sahip.
Yerde kesilmiş koyun kafaları ve bacakları var. Pis kokuyor. İki adam var, içerdeki ocakta biri kafaları diğeri ayakları pişiriyor. Ocak bildiğimiz sanayi tipi tüplerle yanıyormuşçasına gaz sesi çıkarıyor. Koyunun ağzından geçirip enseden çıkardığı demiri ateşe tutarak kılları yakıyor önce, sonra elindeki kör bıçakla kemikten deriyi sıyırıyor. Bu işlem sırasında hayvanın kafatası içinde bulunan yumuşak dokuları da pişmiş oluyor. Satın alınan şey dıştan bakıldığında koyun kafatasına benzese de içi “et” ile dolu. Onlar çok lezzetli olduğunu söylese de bunu deneyebilecek kadar sağlam ve boş bir midem yok. Kellenin tanesi 5 ytl. Ama içimden bir his bana aslında daha ucuz olduğunu söylüyor, öğrenci değilim dedim ya, ondan fiyat yükseldi sanırım.
Her şey tamam ama aklıma bir şey takılıyor: Neden hazır diye satılan koyun kafalarında çene (mandibula) kafayla bütün bir kemikmiş gibi görünüyor? Yoksa yüksek ısıda gerçekte hiçbir şey birbirinden ayrılmıyor sadece birleşiyor mu? Zavallı hayvan yaşarken ağzını açıp mee’liyordu değil mi?
Malatya’nın çevresinde dolaşınca köylülerin iki tekerlekli tuhaf makineler kullandığını görüyordum. Bugün bunlardan satan bir dükkân buldum. Özel bir adı olduğunu ummuştum ama sadece “çapa makinesi” diyorlar. En pahalısı yedi bin ytl. Hem kayısı tarlaları için çapa yapıyor hem de römork bağlanarak eşya taşıması yapılabiliniyor. Motorun dıştan görünüşü su pompası yerine kullanılan bir motosikleti çağrıştırsa da burada pek çok köylünün traktör yerine kullandığı bir alet bu ve ne sevindiricidir ki Türk malı. Yine de yurdum insanı bunlardan birine Ferrari ismi vermekte sakınca görmemiş.
“Bir satış politikası mı yoksa gerçek mi?” diyerek yaklaştığım bu dükkânın camekânına yaklaştığımda cam ardında duran tablaların içindeki gümüşten yapılma ürünlerin birbirinin aynısı olduğunu görüyorum. O değil de, kim bırak Malatya’yı ya da Doğu Anadolu’yu Türkiye’nin en büyüğü diye yazar. Bu özgüveni tam olan insanlarla da yakında tanışacağımı umuyorum.
Yanındaki kuyumcuda gördüğüm bu altın bileziklerin yapanına çok zahmet verdiğini görmek zor değil.
Cumartesi akşamları Melita’ya gidiyorum geç vakitte, çünkü 11.30’dan sonra ender açık yerlerden biri. Hiç perdesi bozulmadan nefis türkü söyleyen bir çift var. Adam Corç Kulunıy’e benziyor, kız da kız kurusu denen tipte ama sesi şahane. Genelde Doğu’ya ait türküler söylense de zeybek oynayan insanların İzmir’de gittiğim mekânlardan daha fazla sayıda olması beni utandırdı. Aksi gibi ben de bilmiyorum zeybeği. Çok zor görünmüyor ama bunca zaman Ege’de yaşayıp ta öğrenmemiş olmak beni rahatsız etti. Sözlere gelince sorun yok! Mesela bu gece “İzmir’in kavakları”nı söylerken takıldı bir yerde orkestra ve dinleyiciler, unuttular sözleri, hemen girdim sözleri olabildiğince gür sesimle, toparladım türküyü. Bana bakıyor millet, kalktı kalkacak bu zeybeğe diye ama yok, tık yok. Zıplasam pogo yapsam olmuyor işte be kardeşim.
Yahu hayatı öyle bir yerden tutamamışım ki ben, hani derler ya “”Burnunun dibindeki” diye aynen öyle, onu yarım yamalak yakalamışım. Burnunun dibindekini görmeyip uzaktakileri net görmeye çalışmak, olmuyor. Bundan 6 ay önce Karadeniz’in türküleriyle duygulanırken, şimdi Doğu’nun dağlarının eteğinde ayrılık türküleri ile kaynıyor bedenim. Hep, zaten olduğunu varsaydığımız hayallerimizde olduğu gibi, tek bir şey değil, hep bir şey olmak mümkün olacak mı acaba bir gün?
6 yorum:
gökhancım harika olmuş bu sayfa. valla billa. işyerinde fazla zaman ayıramıyorum ama evden bi daha bakıcam. süper. len eferin hep böyle komik / ilginç şeyleri yaz gerisini de yok say zaten ;)
öpüldüüün
Yazılarını çok beğendim.Allahtan dileğim yüreğinin güzelliğinin yaşamınada yansıması olacaktır inşallah.Seni öpüyorum.Annen.
ilçemiz yeşilyurt'u biraz daha yazsaydın çok iyi olacaktı :) Patika maceranda aynı şeyleri yaşamışız :)
Saygılar
halen malatyadamısınız sizinle tanışmak ve malatyada gidebileceğiniz bia yer tavsiye etmek isterim
halen malatyadamısınız malatyada gidilebilecek bikaç yer önermek isterim
Bu yazınızda neden bu kadar ön yargılısınız doğuya karşı anlayamadım? Malatya sadece bu kadar değil kanalboyuna gitmeden Malatyayı gezdim diyemezsiniz,sanayi bölgesinde işiniz ne?
Yorum Gönder