5.Mayıs cumartesi akşamüstü Jet Motor’a uğradım. Benim arkadaşı bakıma almışlar. Tıkırtıları gidermişler, yağlamışlar, karnını doyurup suyunu içirmişler.
— Nasıl çıkar mı bu artık Nemrut’a dedim,
— Ayıp ettin seni İzmir’e bile götürür, dedi Recep Usta.
O gün annemle babamın evlilik yıldönümü, aynı zamanda Hıdrellez, eh iki gün sonra da benim doğum günüm var, bahar da ne güzel geldi; “Kutlayacak ve kutsayacak ne çok şey var, e hadi tam zamanı o zaman” deyip pazar sabahı erkenden yola koyulmaya karar verdim. Son İzmir’e gidişimde kaskımı, montumu, dizliklerimi ve eldivenlerimi getirmiştim. Burada da internet üzerinden İstanbul’dan siparişini verdiğim motor botları var. Daha hiç giymemişim gıcır gıcır. Recep Usta’dan motoru alıp hemen çevre yoluna çıktım. Nasıl özlemişim bu kaskı, yüksek hızda kulağı rahatsız eden motor ve rüzgâr sesi kesildi sonunda, üstelik bu kıyafetlerle birlikte daha güvende hissediyorum kendimi. Gece iyi dinlenmem lazım, sabah 7 gibi kalkmam gerek. Amacım –bu seferlik- güneş doğuşunu izlemek değil, yolu öğreneyim, yolda olayım yeter, bir yere gitmek işin bahanesi. Önemli olan yolda olmak; o anki ruh haline bağlı olarak gitmek, gelmek, uzaklaşmak ya da yakınlaşmak gibi göreceli kavramları yaşamak. Akşam erkenden yatağa girip TV karşısında mayıştım. Sabahki planımdan ne aileme ne de Özra’ya söz etmedim. Yoksa kesin bütün günleri benim hakkımda endişelenmekle ve planımdan vazgeçmem için beni ikna çabaları ile geçecekti. O gece erkenden uyudum. Sabaha kadar defalarca uyandım. Bunlardan birinde herhalde birazdan sabah olacak diye kalkıp dişimi fırçalamaya giderken saate baktım, saat gece 1.30’du daha. Bu sefer neden böyle heyecanlandım ben de bilmiyorum. Belki de “Nemrut yoluna tek başına gidilmez hocam!”, “Dikkatli olun!”, “Motorla gitmeyin ama!”, “Ay terör vardır ordaa!”, “Kurt kapar!” “Çığ düşer!” tarzındaki değişik yorumların bunda etkisi olmuştur. Ama bence aslolan motor kıyafetlerimi tekrar giyip nispeten uzun bir yola koyulmanın sabırsızlığı idi. Sabah 6’da uzun süredir yatakta dönüp durduğumdan artık kalkmaya karar verip hazırlandım.
6.30’da yoldaydım. İlk iş çevre yolunda benzinliğe uğrayıp depoyu 30 YTL’ ye doldurmak oldu. Sonra ver elini Nemrut yolu.
Pazar sabahının erken saatleri, yolda kimse yok; güneş yeni bir güne uyanırken günün pazar olduğundan habersiz, her zamanki ferahlığı ile yolun karşısında gözleri rahatsız etmeden ışıyor. Çevre yolunda birkaç km ilerledikten sonra Pütürge yol ayrımından Nemrut yoluna sapılıyor. Yol çok güzel, asfaltla kaplı, her iki yanda meyve bahçeleri ve bahçe olmayan yerlerde de yeşilin bin bir tonuna sahip ağaçlar, ot, börtü böcek.
Tabii baharla birlikte gelen çeşit çeşit kokuları ve tertemiz serin sabah havasını da unutmamak lazım. İşte motosikletle olmanın püf noktası burada: doğanın içindesin, sanki asfaltın üzerinde salınarak uçuyorsun, serin hava boynuna hafifçe dokunarak akıyor yanından, motosikletle bir yere gitmiyorsun, birlikte bir yere gidiyorsunuz, sen ona yolu gösteriyorsun. Ara sıra kaskın camını kaldırıp derin derin çekiyorum havayı içime. “Oh be, oh be” diyorum.
Yol yavaş yavaş dikleşiyor, karşımdaki dağa tırmanmaya başlıyorum, 1966 metrede Kubbe geçidini geçeceğim. Bu güzergah bütün motorcuların hayallerini süsleyen cinsten bir yol sunuyor insana, bol viraj, az trafik ve nefis manzara. İleride bir gölet ve gölet kıyısında küçük bir köy var. Yolu şaşırıp dalıyorum köye. Sadece bir oğlan ve 10 kadar keçisi var canlılık belirtisi olarak. O da bir evin salonu büyüklüğündeki Tokluca İlkokulu’nda okuyormuş. Yanlış gelmişim, geri dönüyorum.
Göletin kenarından ilerleyen yola sapıyorum, bu daha dik bir yol, önümdeki tepeye doğru tırmanıyor. Bu tepeyi aşınca bir tepe daha, sonra bir tane daha. Tepelerin zirvesinden önümde diğer tepeye kadar takip edeceğim inip çıkan dolambaçlı yolu görebiliyorum. Bomboş kıvrımlı, keyifli bir yol daha beni bekliyor, haftanın bu günü bu saatte yalnızca benim emrime amade.
En yüksek tepeyi de aşınca karşıma karlı dağ zirvelerinin manzarası çıkıyor. Gökyüzünde kanat çırpmadan süzülen yırtıcı bir kuş var. Bir ara kenara çekip bu güzel hayvanlardan birini seyrediyorum. İleriki düzlükte onunla birlikte aheste süzülen gölgesisin hareketlerini izliyorum. “Ne güzel” diyorum içimden.
Bundan sonra yol aşağı eğimli. İnişte manzara daha da güzelmiş meğer. Aşağının tüm güzelliği yolun önünde uzanıyor. Tek kötü yanı dönemeçlere kum dökülmüş olması, hızlı gidip motoru yatırırsan düşersin, dik girmek lazım.
Sonra yine çıkış ve iniş devam ediyor, ama hep dönemeç, arabayla eziyet olabilecek yol motorla çok keyifli hale geliyor.
Pütürge’ye varmadan Nemrut yol güneye kıvrılıyor ve Ömerli Çayı’na uzanıyor. Yol çayın üzerindeki köprüden geçip Tepehan’a gidiyor. Çayın genişliği en az yüz metre vardır.
Ama içinden akan su yörenin sadece çay suyu ihtiyacını karşılayacak kadar akıyor. Bu gördüğüm ikinci kurumuş su yatağı (İlki için bkz. Motor Güncesi Malatya) Yine de çevresi yemyeşil, bol miktarda meyve bahçesi ve kavak ağacı var.
Saat 8 olduğunda Tepehan’a varıyorum. Merkeze girmeden önce girişteki markette (zaten başka market yok galiba) biraz dinlenmek ve kahvaltılık malzeme almak için duruyorum (Burada da ilk duraklamamdı ama son değildi). Meyve suyu, ekmek, domates, biber ve peynir aldım. Hepsi iki YTL. Marketin önünde ilk durduğumda marketin sahibi ve arkadaşı bana garip garip baktılar, neden sonra kaskımı çıkarıp, motoru durdurup, yan sehpayı açıp da “Selamün aleyküm” dedikten sonra Türk olduğumu anlayıp dilleri çözüldü. Sonradan söylediklerine göre benim turist olduğumu sanmışlar da aralarında hangi ülkeden olduğumu tartışıyorlarmış. O yandan tuhaf bakışların da sebebi o ki plakamı görmeye çalışıyorlar. Aslında yola çıkmadan önce benim de ceza yerim diye en büyük endişemdi bu durum: motorun plakası yok, trafiğe kayıtlı değil.
Bundan sonrası yaklaşık 10 km sonra Nemrut. Yola devam ediyorum, güzel bir köprü var derenin üzerinde. Fotoğraf çekmek için durduğumda karşı bahçeden çocuklar “Hello!” diye deli gibi bağırıyorlar. Bu da ilk ama son değil. “Merhaba len!” diye cevap veriyorum ama inatla “Hellooo!” diye bağırmaya inat ediyorlar. Aslında kullandığım motor pek çok köylünün görebileceği tipten basit bir model ama sanırım kıyafet için aynısını söyleyemem. Çocuklar böyle motor üzerinde korumalı kıyafetlerle robokop benzeri birini görünce yabancı turist sanıyor demek ki. Tamam köyü geçtim ama Malatya’nın merkezinde kocaman yarış motoru kullanan adamlar dahil hiçbir motorcu bıraktım diğer korumaları kask bile giymiyorlar. Eh durum böyle olunca çocukları suçlamamak lazım, gördükleri kasklı adamların tümü ecnebiyse onlar ne yapsın?
Tırmanışa devam ediyorum. Yavaş yavaş bitki örtüsü azalıyor. Sağa bir viraj dönüyorum ve 50 metre karşıdan gelmekte olan benimkiyle karşılaştırıldığında oldukça cesametli BMW GS 1150’yi görüyorum. İki yolcu var üstünde. İşte motorcu olmanın getirdiği bir yakınlık örneği daha. Karşılıklı yavaşlayıp duruyoruz ve kaskları çıkarıyoruz. Plakalarımız görünmediğinden hangi dilde hitap edeceğimi bilemeden gülümsüyorum. Arkada oturan yolcu “Hi” diyor sonunda. İtalya’dan buraya motorla gelmişler. Cesarete bak! Bizim millet karşı mahalleye gitmeye çekinir gavurlar nereden geliyor. Sürücü adamın İngilizcesi berbat, ne dediği hiç anlaşılmıyor, heyecanla bir şeyler söylüyor ama anlamıyorum. "Yukarısı nasıl?" diyorum, “Bellissimoo!!” diye cevap veriyor. İyi dileklerle birbirimiz uğurlayıp yolumuza devam ediyoruz.
Yukarı çıktıkça yol kenarlarında tek tük kar kümeleri görülüyor. Eriyen karlar yüzünden bazı yerlerde ıslanmış ki buralardan dikkatli geçmek gerekiyor. Ayrıca yola taşlar dökülmüş. Benim için sorun olmayan bu durum, çünkü aralarından rahatlıkla sıyrılabiliyorum, otomobiller için sıkıntılı olabilir. Daha yükseldikçe yolun kenarında yüksekliği bir metreye varan buzlaşmış karları görüyorum. Sonradan öğrendiğime göre daha geçen hafta kar nedeniyle kapalı olan bu yolları iş makineleri yeni açmışlar. Bu keyifli yolda Nemruta doğru tırmanırken 4 yıl önceyi hatırlıyorum. Kuzenim Özgür’le bu yollardan arabayla çıkarken-gerçi o zaman Adıyaman tarafından çıkmıştık- diyorduk ki:
— Abi buraya şöyle enduro bir motorla gelmek var ya !Kaderin o tatilden bana ilk cilvesi bu. Dört yıl sonra motorla Nemruta çıkıyorum. Aynı tatilin ikinci cilvesi de Mardin’i çok beğenip hayatımın bir dönemini buralarda geçirebileceğimi dillendirmek oldu. Seneye mecburi hizmetime Mardin’de başlayacağım. Keşke başka şeyler de dileseymişim.
Sonunda tümülüse uzanan yolu görüyorum. Toprak yol tırmanışı başlamadan önce Güneş Otel var. Yaklaşık 2 saattir yoldayım ve karnım aç. Yukarıda sıcak çay olmayacağına göre buranın kahvaltı için uygun olduğunu düşünüp duruyorum.
Tepenin Doğu ve Batı olmak üzere devasa tanrı heykelleri bulunan iki terası var. Ortada kalan mezar odasının üzeri insan yumruğu hacmindeki milyonlarca kırık taş parçalarıyla kapatılmış. Bu taş parçaları 150 m yükseklikte yapay bir tepe oluşturmuş. Fakat sonradan zaman aşımına ve Amerikalı arkeolog Miss Goell’in mezar bölmesini ararken kullandığı dinamitlere bağlı olarak tümülüsün doruğu yıpranmış ve yüksekliği günümüzde 50 m.’ye inmiş. Eskiden insanlar burada dini törenler ve şenlikler yaparlarmış.
Batı terasında da doğu terası ile aynı heykeller var ancak burada bağış sunağı yok. Heykeller daha kötü durumda, hem kafaları hem de gövdeleri oluşturan taş bloklar avluya düşmüş.
Buraya gelerek bir taşla iki kuş vurmak mümkün. Birincisi altında mezar dışında başka bir şeyin olup olmadığı hala bilinmeyen (belki de hazine var) tümülüsü ve çevresindeki iki bin küsur yıllık eserleri görebilirsiniz. İkincisi ise pek az yerde bu kadar yükseğe çıkan otoyol ve bu yükseklikte nefis manzara veren çevreye egemen dağ var. Ben yukarıdayken uygun ışık için bekleyen fotoğrafçı bir Alman çift ile çekirdek çitleyerek çevreyi gezen bir Türk ailesi vardı.
Dönüş için yola koyulduğumda saat daha 11 olmamıştı. Aşağıdaki ilk köye kadar durmadan gittim. Sonra bahçe yollarına dalıp biraz kros tadında toprak yollarda gezdim. Manzaralar harikaydı.
Bir ara bir tabela görüldü. Görüldü evet, tahta tabela görüldü ama ne yazdığını anlamak için dikkatli bakmak gerekiyordu. Tabelada büyük ihtimalle Kahta ve Adıyaman yazıyordu.
1 yorum:
yaww abi ne zaman yazacaksın şu nemrut macerasını, ayrıca fotoğraflarını görmek istiyorum.En kısa zamanda yeni hikaye ve fotoğraflarını bekliyorum...öptümmm ayşegül..
Yorum Gönder