17 Şubat 2009 Salı

AKÇAKALE YOLU VE KÖY DÜĞÜNÜ



Bu yazıyı yazmamdaki amaç fazla yorum yapmadan kısa Akçakale gezisi sırasında çektiğim, çoğu kendini anlatan, söze gerek kalmayan fotoğrafları paylaşmaktır. O nedenle yazıdan çok fotoğraf bulacaksınız. Söylemek istedikleriniz olursa lütfen yorumlar kısmına yazın.

Geçen ay, ocakta, motosiklet sürememekten canım çok sıkılmıştı. İşten çıktığımda hava çoktan kararmış ayaz bastırmış oluyordu. Bir Cuma günü eve döndüğümde balkondan güneşin batışını hayran hayran izlerken havanın açıklığı dikkatimi çekmiş ve hafta sonu da böyle güzel açık bir hava olmasını dilemiştim. Dileğim gerçekleşti.



Cumartesi sabahı hızlıca hazırlanıp yola koyuldum. Ceylanpınar’la Akçakale arasında Suriye sınırı boyunca uzanan, TİGEM arazisinden geçen stabilize bir yol olduğunu duymuştum. Rotamı hemen o yöne çevirdim. Kızıltepe Ceylanpınar arasındaki yol köylerin ve tarlaların arasından geçen düzgün bir asfalta sahip. Önünüze atlayan tavuklar ve arkanızdan koşan köpekleri saymazsak sürüş de kolay.



Ceylanpınar merkezini sapmadan tarif ederseniz TİGEM (Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü) arazisinin girişine geliyorsunuz. TİGEM Türkiye’nin tahıl ambarı olarak da biliniyor. Arazisi 1.761.629 dekar gibi algılama sınırlarını zorlayan bir rakam. Arazisinde hayvancılıktan tarımın birçok koluna kadar üretim ve araştırmalar yapılıyor. Girişte motosikleti şaşkın bakışlarla süzen güvenlik görevlileri karşılıyor insanı. Akçakale’ye kadar 100 km’lik stabilize yoldan Urfa’ya gitmek istediğimi söyleyince “Yazık motora, girme bu yola” diyorlar. Kimlik kaydından sonra yolumun açık olması dileklerini alıp gazlıyorum. Hemen ileride ceylan çiftliği var. Burada 700 küsür ceylan varmış. Pek çekingen yaratıklar ama gözleri eşeğinkinden daha güzel vallahi.



Yolun ilk 20-30 kilometresi toprak zemin olsa da asfalt kadar düz sayılır. Ara sıra geçen minibüsler ve TİGEM’in arazi makineleri dışında fazla araç yok.



Düz toprak yolun ortasında ilerlerken iki yana baktığınızda ufuk çizgisiyle birleşen ekili alanları görüyorsunuz. Yer yer alçalıp yükselen yol da ileride ufuk çizgisiyle birleşiyor. Tuhaf manzaraya ister istemez mutlak yalnızlık hissi eşlik ediyor. Algılamanın zor olduğu bu geniş tarlaları kilometreler boyunca kesintisiz izleyince insan şaşırmadan edemiyor. Elli km boyunca bitmeyen ve sonu ufukta sonlanan tarla gördünüz mü?



Bir süre sonra yolun kenarlarında sıra halinde dizilmiş ağaçlar beliriyor. Ağaçların arkası yine ufuk çizgisine kadar uzanan ekili tarlalar ile dolu.



Yirminci km’de başlayan kerpiç evlerden yapılma yoksul köylerle birlikte yol da bozulmaya başlıyor. Bu yolda ikinci vitesten daha yukarı çıkmak mümkün değil. Yola çıkalı da baya olmuş, susamışım. Bir köy kahvesi ya da bakkalı bulsam da soluklanıp bir şeyler içsem derken ilerideki kalabalık dikkatimi çekiyor. Yaklaştıkça da duyduğum müzik sesi ile köy düğününe denk geldiğimi anlıyorum. Bakıyorum ki girişte de birkaç ufak motosiklet var çekiyorum yanlarına duruyorum.



Birkaç dakika geçmeden onlarca genç adam toplanıyor çevreme. Tehditkâr değil, meraklı ve çekingen bir halleri var. Bakıyorlar ki zararsızım işte o an başlıyor motosikleti ve kıyafetlerimi karıştırmalar. Sanki UFO’yla inmiş Mars’lıyım. Baktım olmayacak ses çıkarmıyorum, olabildiğince karıştırsınlar motoru, uzaklaşıp beni evine davet eden ağabey’in yanına gidiyorum.



Köy düğünü varmış gerçekten de. Yukarıdaki resimde şarkı söyleyen adam ve klavyeci Suriye’den gelmişler. Burada üç ay müzisyenlik yapıp memleketlerine dönerlermiş. Suriye’de bu kadar para kazanmaları mümkün değilmiş. Bu bilgiyle birlikte buranın bir Arap köyü olduğunu da anlamış oluyorum.



Damat’ı merak edip soruyorum nerede diye. O da bulmakta güçlük çekip kalabalığın arasından gösteriyor. Üstünde kirli buruşuk eski bir gömlek altında aynı şekilde bir pantolon, misafirler ondan daha şık denebilir. Zaten pek de memnun ve heyecanlı bir hali yoktu.
Gelin’i sordum, o daha gelmemiş, yarın Akçakale’den gelecekmiş. Neden yok eğlencede dedim, Akçakale uzaktır (60 km) yarın gelir, yarın da halay var dediler.



Gelinle damat akrabaymış. Birbirlerini daha önce bir kez görmüşler.



Halay da kadınlar da yer alıyor ama oturdukları yer farklı. Karşıda bir kerpiç evin kenarında yere çömelmiş bekliyorlar. Küçük çocuklar da onlarla birlikte. Utandıklarından yakın fotoğraf çekemedim.



Bu üstteki ağabey’de halayın değnekçisi; elindeki sopayla halayın çevresinde gezen çocukları kovalıyor. Çocuk demişken, çok fazlalar.





Çok fazlalar ama hep çok da güzeller.



Yukarıdaki fotoğrafı ben çekmedim, verdim oradan birine dolaş ne istersen çek dedim. Belki benden çekinirler doğal olamazlar diye düşündüm. Bu fotoğraf buralardaki feodal aile yapısını iyi anlatıyor zannediyorum.



Motoru evinin önüne koyduğum ağabey bana çay demletmiş. Oturup birlikte içtik sohbet ettik. Meğer beni gazeteci zannetmişler. Bu akrabayla evlendirme mevzusunu sordum “Ben karşıyım” dedi. “Bulabilirse kendi bulsun, bulamazsa çevreden bakarız, beğenirse alır beğenmezse almaz” dedi. Bu fikirler kimin için: Tabii ki oğlanlar için.





















İleride bir evin yanında sandalyeleri atmış etrafı kesen amcalar vardı. Kim bunlar diye sorunca şeyh ve eşrafı olduğunu söylediler. Gittim yanına selam ettim aldı selamımı. Biraz cool bir amcaydı, konuştuklarıma fazla tepki vermedi. Ya iyi Türkçe bilmiyordu bozuntuya vermedi ya da beni sevmedi.







Çektikleri halay bildiğimiz ayakları bir o yana bir bu yana sallamakla yapılan halay değil. Neredeyse hiç dönmüyorlar. Uzaktan bakınca durdukları yerde hafif hafif sallandıkları bile söylenebilir ama öyle değil. Gayet güzel ve uyumlu dans ediyorlar, zaman zaman ileride geri hareketler yapıp aniden çöküp kalkıyorlar. Ben denedim olmadı.







Düğünden ayrılıp Urfa’da çoğu motorcu olan arkadaşlarımla buluştum. Öğlenki düğünde içki olmadığı için telafisini burada yapalım dedik.





Masa şalgamından kebabına donanıp mezesi muhabbet eksik olmayınca günün tadına doyum olmadı. Bu motosiklet sayesinde insan istemese de geziyor ya, ona bayılıyorum.