23 Ekim 2008 Perşembe

ROMANYA

MOTORLA ROMANYA









Kimden ROMANYA




Uzun zamandan beri bilgisayarımın masaüstünde motorla Avrupa isimli bir klasör duruyordu. Yol planları, faydalı internet siteleri ve yanıma alacağım eşyaların listesini içeren bir klasördü. Mental olarak hazırdım ama adım atınca gerisi iplik söküğü gibi geldi.
Vizeler, triptik, sigorta vs gibi kağıt işlerinin takibi bir aya yakın sürdü. Aracının salatalıklığı yüzünden Ankara’ya kadar uçakla gidip kendi vize başvurumu kendim yaptım. Aslında vize başvurusu için kişisel başvuru istemiyorlarmış. Neyse oldu bitti sonuçta.
Motosikletle yurtdışına çıkmayı uzun süreden beri hayal ediyordum, son hafta heyecandan uyuyadım. Hani deseler durmadan iki gün sür, o gazla sürerim muhtemelen. Takım taklavatı zaten aylar öncesinden ayarlamışım, yolculuk listem hazır. Yan çantaların üzerinde zaman kaybını önlemek için içinde hangi malzemeler olduğunu belirten liste bile var. Yol için o kadar sabırsız ve planlıydım ki çantalara eşyaları 5 gün önceden yerleştirmiştim.
Cuma akşamüstü iş çıkışı arkadaşlarımla helalleşip yola çıktım. Kızıltepe Urfa arası 2 saat, sıcaklık 40 küsür derece, 100 küsür km hızla ilerliyorum ve kaskımın ön camı kapalı. Hava o kadar sıcak ki bu hızda bile camı açınca insanın yüzüne sıcak hava çarpıyor serinlemek mümkün değil. Üzerimde motor montu ve pantolonu, ellerimde eldivenler var. Yolculuğun bu kısmı keyif mi işkence mi belli değil. Terden kıyafetimle bütünleşmiş bir şekilde Urfa’ya varıyorum. Kıyafetimi jiletle cildimden ayırdıktan sonra meyhaneye gidiyoruz. Yolculk öncesi uyuyamamak gibi bir sıkıntım var. İki kadeh belki uyumama yardım eder ümidindeyimz. Masada harita üzerinden kabaca seyahat rotamı tekrar gözden geçiriyorum. Saat 10 gibi yarın uzun yol var diye erkenden devriliyorum. Hem yolun heyecanı hem de balkonun baktığı caddeden geçen heyecanlı sürücülerin gürültüleri nedeniyle uzun süre uyuyamıyorum. Gecenin ilerleyen saatlerinde de görevi sinekler ve sıcak alınca iyice uykum kaçıyor. Sabaha karşı içeride vantilatörün karşısında uyumayı deniyorum, galiba biraz da olsa sızıyorum.
Saat 6’da kalkıp motor binmeye gidiyorum 7’de yola çıkmaya hazırım.

İstikamet Kayseri.
Urfa’dan otobana girip Maraş’a birkaç ufak molayla neredeyse durmadan gidiyorum. Maraş’la Kayseri arasında dağların üzerinden ilerleyen dolambaçlı yol çok keyifliydi. Ben de keyfe kapılmış olmalıyım ki Göksunda göz göre göre radara yakalandım ve hız cezası yedim. Aslında motora binip de hız cezası yememek zor iş; çünkü hız limiti ülkemizde hala 70 km. Eh benimki 660 cc’lik motor 70’le de gidilmez, gidilemez ki!
Geçen sene kar kış içinde İzmir’den Malatya’ya askerlik yapmaya giderken babamın doğduğu Pınarbaşı ilçesinin Sarız köyüne girmek istemiş ama yoğun kar yağışından ve zamanın kısıtlı olmasından ötürü gidememiştim. İçime oturmuştu bu çaresizlik. Babam da 30 küsür yıldır doğduğu köye gitmemiş gidememiş, bize de gösterememiş. Ama ben onun hikayelerinden köyün karşı tepesinin manzarasını, bele kadara yağan karını, vahşi kangal köpeklerini, evin ocağında pişen kömbeyi bilirdim. Hatta dünkü rakı sofrasında haritaya bakarken Pınarbaşı’nın yakınından geçeceğimizi görüp uygun bir zamanda o köyü de bir gün görmem gerektiğinden bahsetmiştim. Nitekim Göksun’dan Kayseri’ye giderken sağda ufak bir tabelada “Gümüşali 5 km” yazdığını gördüm. Frenlere asılıp durdum geri döndüm. Köye giderken yüreğim pır pır ediyordu. Babamdan dinlediğim çocukluk hikayelerinin köyüne, babamın doğduğu eve, yıllardır bana çok uzak görünen o yere gidiyordum.









Kimden ROMANYA




Köye girdiğimizde nereye gideceğimi bilmiyordum. İleride balkonda oturmakta olan insanlara yaklaşıp selamladım. Şaşkın bakışlarla motordan inip kaskımı çıkarışımı ve onlara yaklaşmamı beklediler. Halil Uçar’ın torunuyum ben adım Gökhan deyince yüzleri güldü. İçlerinden bir kısmı ismen de olsa beni tanıdı. Sonrası kucaklaşmalar öpüşmeler, izzeti ikram vs…Durduğum ev de bizim yazlık komşusu Hayri Amcaların eviymiş. Hayri amca babamın uzaktan akrabası ve köylüsü aynı zamanda. Telefon ettim babama, yazlıkta Hayri Amcayla takılıyorlarmış. Gümüşali de olduğumu söyleyince duygusal anlar yaşadık ailecek. Onların yıllardır fırsatını bulup da gidemediği memleketlerine benim gitmiş olmam her ikisini de duygulandırdı. Doğan Ailesi beni babamın doğduğu eve götürdü. Şimdi eşiyle birlikte Maria Hala yaşıyor içinde.









Kimden ROMANYA




Maria Hala babamı görmüşçesine öptü beni kucakladı.









Kimden ROMANYA




Şimdi ambar olarak kullanılan bundan 50 yıl önce babamın, dedemin, babaannemin halalarım ve amcalarımın yaşadığı odalarda bulunmak bende de tarifi zor duygular uyandırdı.









Kimden ROMANYA




Mutfağa girdiğimizde ocağın başında pişmiş ekmek bekleyen babamın görüntüsünü zihnimde canlandırmak heyecanlı ve bir o kadar buruk bir tecrübeydi. Maria Hala mutfak raflarını, sedirleri dolapları dedemin yaptığını söyledi. Hepsi 50 yıl önceki yerinde aynen duruyor ama artık yaşamıyorlar.
Orada olduğumu duyan diğer akrabalar da geldiler. Hepsi çok sıcaktı. Hemen akşam yemeği ve çevre gezisi için planlar yapmaya başladılar ancak maalesef benim bu plansız ziyaretimizde zamanım kısıtlıydı. Çoğunun ismini unuttuğum akrabalarımla tanışıp kaynaşamadan köyden ayrılmak zorunda kaldık. Daha uygun bir zamanda babamı da buraya getirmek üzere söz verip köyden ayrıldım. Diğerleri beni Kayseri otogarında bekliyordu. Şimdiden milleti 1.5 saattir bekletmiş durumdaydım.
Kayseri merkezde trafik ışıklarında ön tekerimin inik olduğunu fark ettim. Kenara çekip tekeri inceledim, çivi yoktu ama janta kadar inmişti teker. Daha ilk günden böyle tatsız bir sürpriz hele ki buluşmaya gecikmişken biraz canımıı sıktı ama tedarikliydim. Arkadan lastik köpüğünü çıkarıp lastiği şişirdim. Biraz sürdüm tekrar inmedi, ben de yola devam ettim. Otogarda buluştuktan sonra Avanos’a yollandık. Yolda bir hız çevirmesi daha vardı. Son anda görüp frenlere asıldım, bu sefer ceza yemedim. Avanos’ta daha önce burada kalmış ve memnun kalmış olan Gülfem’in tavsiyesi üzerine Mükremin’in işlettiği Venessa Pansiyon’da kaldık.









Kimden ROMANYA




Burası taş ve ahşabın birleşiminden yapılmış otantik bir Avanos evi. İçi de dışı da çok şık. Mükremin de Nevşehir şivesiyle konuşan çok tatlı bir adam. Eşi, bebeği ve köpekleri ile mutlu ve sade bir yaşam sürdürüyorlar.
Biralarımızı alıp terasa çıkıp manzara eşliğinde muhabbet ediyoruz.
Motor tepesinde geçen günün yorgunluğunun çıktığı an budur. Biradan maksimum lezzeti alabilmek için bile böyle bir yol yapılabilir. Bu ekiple daha önce de Hasankeyf’i gezmiştik, birbirimizi de özlemişiz ki muhabbete doyum olmuyor. Herkesin çenesi düşüyor.

Akşam yemeği için yakındaki Çal lokantasına gidiyoruz. Rakılı mezeli ızgaralı yemeğimize muhabbetimizi katıyoruz. Ben fotoğraf makinesini hala tanımakla meşgul olduğumdan portre fotoğrafı çalışmaları yapıyorum.









Kimden ROMANYA




Bir ara Gülfem’in Ankara’dan bir arkadaşı da katılıyor masamıza. İsmini şimdi hatırlayamadım ama bu neşeli ve mutlu adamın yüzündeki hayat yorgunu ifade ilgimi çekiyor. Portre denemelimi onun üzerinde yoğunlaştırıyorum.









Kimden ROMANYA




Kafalar demlenmenin biraz ötesine geçtiğinde hazır karnımız da doymuş kurtlarımız kanlanmışken eğlenmek üzere Evrenos’a gidiyoruz. Burası daha çok yabancı turistlere hizmet veren, Türkiye’nin farklı yörelerinden halk dansları ve müziklerinin icra edildiği, edilirken de birkaç turistin sahneye davet edilerek nasıl da göbek atamadıklarıyla matrak geçilen hoş bir yer. Fiyatlar hariç!









Kimden ROMANYA




Yine de oyun havasından Çerkez danslarına kadar çeşitli halk oyunlarını izlemeyi eğlenceli bulanlara tavsiye edilir. Mekanın yerleşimi de eski bir mağarayı andırıyor, görmek lazım.Hani öğrenciyken önce dışarıda içip kafayı bulup barlara filan ondan sonra giderdik ya, işte buraya da öyle gitmek lazım. Halay da var, oyun havası da, ağır ağabeyler için bile oynamamak zor. Nitekim biz de arpamız bol gelince Angaralı bilmemkim eşliğinde marifetimizi gösterdik.









Kimden ROMANYA




Pansiyona dönüp terimizi terasta kuruttuktan sonra yattık. Sabah zengin kahvaltımızı yine terasta yaptık.









Kimden ROMANYA




Terastaki Avanos manzarası dışında değişik antik eşyalar da sabah mahmurluğundaki bünyeler için göz dalmalarına birebir.









Kimden ROMANYA




Karnımızı doyurduktan sonra motorlara atlayıp meşhur peribacaları'nı geziyoruz. Zelve, Ürgüp, Ortahisar, Uçhisar, Göreme ve Çavuşin’den motorlarla turluyoruz. Bu farklı coğrafya’da gezinmek bazen insanda başka bir gezegendeymiş hissi uyandırıyor.

En keyifli yerlerden biri de Ürgüp’teki Turasan Şarapları’nın satış noktası. İstediğiniz şaraptan bol miktarda denemek mümkün. Pis müşteriler olarak bedava sirke baldan tatlıdır hesabı çok şarap deneyip sadece birkaç tane şişe mantarı alıyoruz. Mazeretimiz de hazır motorlarda yer yok!









Kimden ROMANYA




Birkaç yıl önce sanırım çok daha meşhurdu bu Asmalı Konak. Dizi nedeniyle ünlenmiş olsa da yarın kenarına kayalarla bütünleşik yapılmış bu evler silsilesi gerçekten güzel. Girişte bilet kesiliyor, tıpkı Midyat’taki Devlet Konuk Evi gibi, orası da Sıla dizisinin seti olarak kullanılmıştı. TV ekranlarından hayatlara destursuzca giren bu dizi çılgınlığı sadece ekranlarda kalmıyor demek ki. Hala sadece Asmalı Konak’ı görmeye gelen turistler var. Konakta gezerken çevreden “Ay burası bilmemne ağanın şeye şey ettiği yer değil mi?” gibi sohbetler duyuyorsunuz. Hiç hazzetmediğim şey olduğundan hızlıca konağı turlayıp çıkıyorum. Bu arada konağı gezmeye gelen turist kafilesine karışıp giriş parası da ödemeyerek aklım sıra bir nevi öç alıyorum bu dizi çılgınlığından.









Kimden ROMANYA




Biraz dinlenme ardından yine yola düşüp çevreyi gezmeye devam ediyoruz. Peribacaları’nın fotoğraflarını çekiyoruz. İçlerinde kilise varmış ama gidip göremedim. Aslında gezdiğim yerleri ince ayrıntılarına kadar anlamaya çalışırım ama bu grup daha çok muhabbet ve tatille ilgilendiğinden ayrıntıları bir sonraki seyahate bırakma kararı alıyorum.









Kimden ROMANYA




Güneş iyice tepeye çıkıp terletmeye başladığında karınlarımız da acıkıyor. Yine bizimkilerin bildiği bir yere yollanıyoruz. Sürdüğümüz yollarda sürücü değil de yolcu olmayı istediğimi hatırlıyorum. Çevreyi doyasıya seyredebilmeyi isterdim. Dört tekerli kafeslerden daha özgür olsam da artçı olup yolu kafaya takmadan gezmek isterdim.
Arnavut kaldırımlı yollardan ilerleyip bacalara bakan önü açık bir pansiyonda duruyoruz. Ruh ve fiziki halimiz tam da kapıya koydukları bu kukla ile aynı. Biraz dinlenip karnımızı doyurduktan sonra kendimizi yollarda kaybetmenin keyfine varıyoruz.









Kimden ROMANYA




Ürgüp Göreme Avanos üçgeninde o kadar çok orijinal yer var ki. İnsana huzuru çağrıştıran evler, lokantalar, pansiyonlar üstüne bir de dünyaya ait olmayan bir coğrafya. Bir sürü de yabancı var, keyif yapıyorlar. Aslında deniz yok, orman yok, animasyon yok vs…Aklıma birkaç yabancı arkadaşımın Türkiye’de gezmek için Kapadokya’yı tercih ettiği geliyor. Burası yurtdışında gerçekten bizim tahminimizden daha ünlü bir yer.









Kimden ROMANYA




Bu mars vari coğrafyada balon turu yapmak vardı ama ne vakit vardı ne de 150 Euro verecek bütçe. Bir 35’likle Atlantik’in üstünden bile uçarız mantığıyla tatil yapınca bize kala kala motorlardan inip atlara binmek kaldı. Çok da güzel oldu.








Kimden ROMANYA




Sonra Avanos’a yakın Akhal Teke’ye gittik. Atlar hazırlanana kadar en sevdiğim yatış aktivitesi olan hamakta keyif yaptım.









Kimden ROMANYA




Atlara atlayıp patikadan bir saatlik gezi yaptık. Hayvanlar alışık olduğu için mahmuzları değil en önde giden atı izliyorlar. Öndeki seyisin tavsiyesi doğrultusunda atı koşturup ayakta sürmeyi denesem de beceremedim. Koşmayı bırak kağnı hızıyla giderken bile ayağa kalkamadım. Hoş ağaçların arasında atla gezinti yapmak güzel ama üstüne bir de bir saat boyunca popoya vuran eğerin ağrısı eklenince ben benzinli atlarla yolculuk etmeye karar verdim. Söylemeden geçemeyeceğim şey şu ki motosikletle 200 km hızla giden adam dörtnala koşan atın üzerinde harcadığı adrenalinin ancak yarısını harcar.









Kimden ROMANYA




Akşam Şaban’ın çömlek atölyesine (Chaz Şaban) gittik. Güya çömlek yapacağız, üstelik yaparken de tablayı kendimiz çevireceğiz. Şaban’ın dediğine göre eskiden simetrik ve uygun kalınlıkta çömlek yapamayana kız vermezlermiş buralarda. Biz de bir gün lazım olur belki diye şarabımızı alıp başlıyoruz çömleği çevirmeye.









Kimden ROMANYA




Şaban’ın yaptığı iş dışarıdan çok kolay görünüyor ama iş tablanın başına oturunca değişiyor. Mesela gövdeyi dimdik tutarken ayaklarla koşarcasına tablayı çevirmek çok zor, biraz kıpırdayınca elindeki Kızılırmak toprağı da yamuluyor. Gitti simetri, gitti hatun…Hatta öyle ki Şaban’ın dediğine göre “Bacağı çok çalıştırında bacak alışıyon, geceleyin yatında depiniyor”. Şaban’ın yardımları ile çömleğe benzemese de bir şeyler yapıyoruz sonunda.









Kimden ROMANYA




Bu “uçuk eser” in bir işe yaramayacağını anlayınca tekrar hamur haline getirip diğer arkadaşlara şans tanısam da kimse çömleğe benzer bir şeyler çıkaramıyor ortaya.









Kimden ROMANYA




Şaban’da bakıyor bizde iş yok paso lak lak o da salıyor kendini, geyik dolaşarak ayak kaldırmaya gelince başka meziyetleri de olduğunu gösteriyor.









Kimden ROMANYA




Telefonla arayan bazılarına “Nörüyon gadasını aldığım” diyor. Bir sevgi cümlesiymiş. Şimdilerde Avrupa Yakası dizisinde Diber Hala kullanmaya başladı bunu.
O gece erken yatıp yarınki uzun yola hazırlanıyorum. Bu arada ben hala köpükle şişirdiğim lastikle devam ediyorum ama içim rahat değil. Ya uzun yolda iner de başıma iş alırsam diye endişeleniyorum. Yolculuğun daha ikinci gününde iç lastiği değiştirmek zorunda kalıyorum.
Sıkı bir yolculukla öğlen 2 gibi Ankara’ya ulaşıyoruz. Figen’in evinde yediğimiz öğlen yemeği sonrası çöken rehaveti hala anımsıyorum. Bıraksalardı akşama kadar uyurdum ama yol uzundu.
Kendimi zorlayıp yola çıkıyorum. Her zaman olduğu gibi yola çıkınca uyku açılıyor, bir sonraki durağa kadar. Bolu dağlarında çay keyfi yaptıktan sonra yola benzin almak dışında ara vermiyorum. İzmit’teki benzin/kahve molasından sonra yola çıkıyor ve 2 km sonra tamamen tıkalı trafikte takılıyorum. Aslında motor dediğin en öne kadar arabaları arasından ilerler ama benim yan çantalarım var, normalden daha genişim. Geniş olmasam ne yazar, bir km kadar arabaların arasından ilerliyorum ama bir süre sonra sıkışıklık nedeniyle yol bisikletin bile geçemeyeceği kadar dar oluyor. Yaklaşık 45 dk trafik santimetre bile ilerlemiyor.









Kimden ROMANYA




Ben de yorgunlukla motora uzanıp kestiriyorum. Bu motorla yaptığım en garip şey sanırım. Rüyalara dalmışken yanıma gelen meraklılara Yurtdışı’na gittiğimi söylemek güzel oluyor çünkü her biri ya “Helal olsun!” ya da “Vay be!” gibi tepkiler veriyor. Aslında bu iş normal dışı görünse de başka ülkeler de bunu yapan o kadar fazla insan var ki. Yine de bu yaşıma gelip de belli bir aktivitesiyle belirgin hava atmamış bir insan olarak bu hayranlık dolu tavrı zevkle kabul ediyorum.









Kimden ROMANYA




Trafik açılınca ben de Taksim’e gazlıyorum. Işıklandırılmış Boğaziçi köprüsünden geçerken lunaparktaki çocuklar kadar mutluyum. O manzara, kaskım açık yüzümde serin rüzgar, boğazı seyrediyorum; ben iki gün önce Mardin’de değil miydim?
Taksim’e ulaşıp heykelin biraz aşağısında ara sokaktaki Hotel Yonca’ya 25 YTL’den yerleştikten sonra duş alıp soluğu Nevizade’de alıyorum.









Kimden ROMANYA




Uğur’la ve diğer birkaç arkadaşla buluşup o akşamı da rakı, meze, kokoreç, kalamar, midye ve kokoreçle süslüyoruz. İstiklal’de bir yukarı bir aşağı turluyoruz.









Kimden ROMANYA




Bu sokaktan günde ortalama iki milyon insan geçiyormuş. Biz aynı noktadan dört kere geçtik, bence sayım bilimsel değil geyiği yapıyoruz. Ortalama rakam iki milyonun altında olsa da gecenin bir vakti hala capcanlı olan bu sokakta bulunmaktan keyif alıyorum.








Kimden ROMANYA



Bünyeler cilasız kalmasın diye otelde de bira içmeye devam ediyoruz. Saat dört gibi Uğur buzdolabının kapısını koparınca artık yatma vaktinin geldiğini anlayarak sızıyoruz.









Kimden ROMANYA




Ertesi gün yakınlardaki bir çorbacıda sıcak çorba içip karnımızı doyuruyoruz. Biraz Beyoğlu gezisinden sonra sınıra, Edirne yolu için yeteri kadar ayık olduğumuza kanaat getirip yola çıkıyorum. Taksim’den Edirne otobanına çıkmak tam iki saatimizi alıyor. Bu şehirde yaşayıp da trafiğe girmek zorunda olanlara acıyorum. Hayatımın en zorlu yollarından biri o iki saatti. Üstüne araba süren mi dersin, işaretsiz yol çalışması mı dersin, kazalar mı dersin her şey var. Nitekim tüm yol boyunca yaşadığım tek kaza tehlikesi de bu yolda oldu. Yol ayrımından sağa dönerken önümdeki kamyonet aniden acı bir fren koydu. Kasasına bindirmek üzereydim ki her zaman uyguladığım güvenli mesafe prensibi ve kontra manevrasıyla kurtuldum, yanından sıyrılıp geçtim. Sonradan gördüm ki bir araba kamyoneti sağa dönüşte güvenlik şeridinden sağlayıp önüne geçmeye çalışmış. İşin ayrıntısı bir yana, insanların bu trafikte delirmeleri çok normal. Dedim ya otobana iki saatte çıkabildik, tam bir kaos.

Akşamüstü Edirne’ye varıyoruz. Karnımız zil çalıyor, merkezde bir kahvaltı salonuna girip sucuklu kaşarlı sahanda yumurtaları kıtlıktan çıkmışçasına mideye indiriyoruz.









Kimden ROMANYA




Üstüne de ayranları içince akşamdan kalma yoldan yorgun bedenim için motorun selesi gözüme kuştüyü yatak gibi görünüyor. Biraz dinlendikten sonra Uğuru İstanbul’a dönmesi için otogar’a bırakıyor ve sınıra ilerliyorum. Bu gece Bulgaristan’da uyuyacağım.
Yirmi dakikalık bir sürüşten sonra sınırdayız. Daha önce karayoluyla yurtdışına çıkmamıştım, biraz heyecanlıyım. Kapıda triptik işlemini kamyon şoförlerinin arasından sıyrılıp halletmek yarım saat alıyor. Depo üstü çantalarımızda dosya halinde bilumum evraklar, pasaportlar ve ruhsatlar geçtiğimiz sayısını unuttuğum kontrol noktasında tekrar tekrar gösterilmek üzere hazır duruyor. Türkiye’den çıkmak kolay da Bulgar’a girmek daha zahmetli oluyor. Bir de Türkiye’den çıkarken bir terbiyesizlik söz konusu.









Kimden ROMANYA




Bulgar topraklarına ayak basınca alttan fıskiyelerle klorlu su fışkırıp arabanın (bizim ise bacakların) pisliğini güya temizliyorlar. Küfürden başka bir şey değil.
Kapıda sıra var.

Hoş çoğunluğu Almancılardan oluşan bu kalabalık sıra olmadığı için seviniyor. Bazen insanların burada 2 gün beklediği olurmuş. Tenhada yaşamaktan kalabalığı, trafiği ve sıraları unutmuşum. Tahammül edemediğim bir şey sıra beklemek ama burada ister istemez kıçımı kırıp bekliyorum.









Kimden ROMANYA




Akşamdan kalma bedenimi iki ülkenin arasında seleye yayıyorum yine. Bulgaristan vizemiz yok aslında. Konsolosluğu aradığımızda kapıdan transit vize alırsınız demişlerdi. Kıllık yapıp vermezlerse diye şüpheleniyorum. Buraya kadar gelip de geri dönme düşüncesi can sıkıcı olsa da alternatif olarak güney ya da Karadeniz sahilleri planım cepte duruyor.
İngilizce de konuşurum temiz yüzlüyüm ve doktorum diye kendime güvenerek Bulgar memurun önüne atlıyorum. Gülümsemem sıcak olmam lazım. Zaten yorgunum ve stresliyim bir de elin memuruna sevimli olasım yok ama deniyorum işte. Camekanın arkasında gözlüklü, sıska nemrut suratlı bir kadın memur var. Eviriyor çeviriyor pasaportumu, bir bana bakıyor bir resmime, sayfaları karıştırıyor aheste. Hani bir şey arıyormuş gibi değil hali, zaten önce gittiğim ülkeler pasaportumda işaretli; sanki nasıl kıllık yapsam gibi bir hali ifadesi var. --Neden gidiyorsuz Romanya?
-Tatil için.
-Kaç gün?
-Yirmi.
-Yok…Yirmi gün çok. Olmaz.
İçimden neler saydırıyorum ama ...Sessiz kalmayı seçiyorum. “Konsolos vermiş bir ay vize sana ne kardeşim yaa!” diyesim var ama yutuyorum. Kadın birkaç dakika düşündükten, etrafa bakındıktan sonra isteksizce basıyor damgaları. Neyse geçiyoruz bir şekilde. İleri park edip diğer kontrol noktasına gitmek için hazırlanırken arkamdan bağırıyor. “Ulan, kesin vazgeçti bu, hazır geçmişken görmemiş gibi yapıp gazlasam mı acaba?” diyorum. Kadın meğer giriş tarihini yazmayı unutmuş pasaporta ondan sesleniyor. İsteksiz olduğu belliydi zaten, çıktı işte bir müsibet!
Saat yedi gibi Bulgaristan topraklarındayım. Bir buçuk yıldır planladığım hayalin içinde motosiklet sürmekteyim. Tabelalar, araçlar, binalar, insanlar ve hatta yüzümü yalayan rüzgar bile farklı sanki. Tuhaf bir his. Burada benzin daha ucuz olduğundan bir benzinlikte hem depoları fullemek hem de sınır heyecanını üstümden atmak üzere duruyorum. Bulgar parasına alışamadığımdan önce büyük para verip hesabımı sonradan yapıyorum. Yanıma gelen meraklı ağabeyler çat pat Türkçe konuşuyorlar. Hitap etmek içim “komşu” diyorlar. Şive balkan şivesi. Biraz dinlendikten sonra Harmanlı’ya giden otoyola çıkıyorum. Yolun sonunda güneş batıyor, gökyüzü turuncu, sağımda adını bilmediğim bir dere, Bulgaristan’ın içlerine doğru ilerliyoruz. Nedense bu manzarayı aklımdan çıkaramıyorum. Başka bir dille yazılmış tabelaları, araçların plakalarını, yemyeşil tepeleri, serinliği, tertemiz havayı ve karşımdaki kocaman yuvarlak turuncu güneşin manzarasını, o an yaşadığım yorgunlukla birleşmiş mutluluğu unutamıyorum. Bu anlık resim her seferine bende bir kez daha oraya gitme isteği uyandırıyor.









Kimden ROMANYA




Harmanlı sınırdan 50 km uzaklıkta. Şehre vardığımda hava kararmış, otelin kapısında görevliler karşılıyor beni, eşyaları taşımama yardım ediyorlar. 15 euro verip odaya yerleşiyorum. Oda temiz, banyo güzel fakat tuvalette taharet borusu yok, işte yurtdışında olduğumuzun kesin kanıtı bu! Duş alıp kendime geldikten sonra şehri gezmeye çıkıyorum. Dikkatimi çeken ilk şey kocaman caddeler, geniş meydanlar, güzel mimarisi olan binalar ve bir de insansız bomboş sokaklar oluyor. Sanki terk edilmiş bir şehirdeyim. Şehrin merkezine taksiyle gidip güzel bir kafeye oturuyorum. Soğuk birayla birlikte galetalı unla kızartılmış tavuk ciğeri geliyor. Lezzetli ama biraz ağır. Yorgunluk bastırınca tabanvayla otele dönüyorum, saat geç değil ama sanki burada kimse yaşamıyor. Yoldan geçen arabalar sokakta yürüyen insanlar, tek tük. Belki de normali budur bilemiyorum. Hani bunca kaymak gibi yolun kullanılmıyor oluşu nedense garip geliyor bana. Biz de aksine en çok kullanılan yolların hali içler acısı olur ya.









Kimden ROMANYA




Ertesi sabah tertemiz uyanıyorum, dinlenmişim, hazırım. Otelin yakınındaki bir pazardan hamur işleri ve meyvelerle karnımı doyuruyorum. Toplanıp yola çıkıyorum. Bu arada belirteyim bu toplanıp yola çıkma en az yarım saat sürüyor. Tüm çantaları tekrar doldur, motora taşı, yerleştir, geri dön, motor kıyafetlerini giy derken zaman geçiyor. Yola koyuluyorum, amacımız bu akşam Romanya’da olmak, bir ülke geçeceğiz. Kulağa hoş geliyor.

Daha önce hız cezasındana 200 euro ödeyen arkadaşlar olduğundan bu sefer temkinli davranıp tüm yerleşim yerleri dahilinde trafik kurallarına uyuyorum. Ben de hayatımda ilk defa trafik kurallarına hiç uymadığımı ve iyi ki de uymadığımı anlıyorum. Bir köy girişi mesela, 1-2 km boyunca 30 km hız sınırlaması var. Düşüyorum 30’a, kağnı gibi, yanımdan arabalar hızla geçiyor, yol bomboş aslında, ama işte ya bir ağacın arkasına saklanmış ekip varsa diye yavaş kullanmaya devam ediyorum. İlk başta gerçekten çok sıkıcı, işkence gibi. Aslında bu durum bana köyleri/kasabaları daha ayrıntılı görme fırsatı veriyor. Yol boyunca canlı olarak nadiren evlerin önüne oturmuş yaşlı teyzeler görüyorum, bir de sahipsiz kümes hayvanları. Evlerin çoğunda yaşam belirtisi yok. Bu ülke sanki terk edilmiş, kimse yok etrafta. Yaşam olan tek yer karayolu sanki, tırların, kamyonların ve gurbetçilerin sonu gelmiyor. Bu kadar boş bir ülke de bu kadar yoğun bir trafik insanı şaşırtıyor. Yol kenarındaki marketlerde de bizden izler var. Pek çok yerde “kaşar var” yazıyor. Ülkenin hemen her yerinde yol kenarlarında Türk lokantaları var. “Antepli … Usta”, “Urfalı …’ın yeri” benzeri tabelaları hemen hemen her 30-40 km’de bir görmek mümkün. Aç kalmazsınız.
Saat 9:30’da yola çıkmıştım, Sofya’ya 300 km yolum var.








Kimden ROMANYA




Elli km sonra Sofya’dayız. Başkentin girişi beklendiği üzere kalabalık, trafik yoğun ancak bu durum İstanbul’la karşılaştırılmayacak kadar kısa sürüyor. Sofya’nın Taksim’i olan meydana doğru sürüyoruz.









Kimden ROMANYA




Meydanda Bohdan Khmelnytsky’nin heykeli var. Asıl dikkat çeken ise bir ülkenin başkentinin en büyük meydanının bu kadar sessiz ve sakin olması. Altımda motor pantolonları ile pişik olma riskine rağmen çevrede ufak bir geziye çıkıyorum. İnsanların acelesi yok, koşuşturan yok.









Kimden ROMANYA




Parklardaki banklarda yaşlısı genci sakin sakin oturuyorlar. Kimi gazete okuyor kimi müzik dinliyor. Bir ara sote olmayacak kadar göz önünde bir bankta genç bir çiftin neredeyse cinsi münasebete girecek kadar yakınlaştığını görüyor ama bakmamaya çalışıyorum. Yan banktaki gazete okuyan amca ilgilenmiyorsa ben hiç ilgilenmem diye geçip gidiyorum. Mardin'de bu kadar kalınca oluyor demek ki öyle...









Kimden ROMANYA




İçinde insan olmayan alt geçitlerden yürürken içimden "Bugün Pazar mı acaba?" diye geçiriyorum. Değil aslında, günlerden Salı ama insan yok çevrede. Bir de çocuk yok çocuk, yarım saatlik yürüyüşümde belki bir belki iki çocuk gördüm. Mardin Mardin...









Kimden ROMANYA




Meydandan da görülebilen büyük bir kilise var, çevresi genelde turistlerle dolu. Hemen önündeki parkta da eski günlerden kalan objeler satan pek müşterisi olmadığından daha çok dinlenmek için orada oturuyormuş havası olan seyyar satıcılar var. Armalar, madalyonlar, kürk şapkalar, paralar, eski fotoğraf makineleri vs…









Kimden ROMANYA




Bulgaristan genelinde motorculuk durumu iyiydi. Özellikle Sofya’da çok sayıda yarış motoru vardı. Hatta bir tanesi karşı şeritte kırmızı ışıkta beklerken göz göze gelince yeşille beraber önünü kaldırıp bana nispet yaptı.

Sofya’dan ayrılıp Orjahovo’ya doğru yola çıktım. Buradan Tuna Nehri’ni aşarak Romanya’ya geçeceğim. Dağların arasından yükselip alçalarak yemyeşil ve güzel yollarda keyifli bir yoldu feribot yolu. Bu yolda ilk kez karşılaştığım ve Romanya gezimiz boyunca da devam eden bir hoşluğa şahit oldum. Yanımızdan geçen bütün büyük motorlar sol ellerini rüzgara, sol yanlarına serbestçe bırakıp zafer işareti yaparak beni selamlıyorlardı. Bu ana kadar sadece İstanbul çıkışında bir BMW GS 1200’ün elini “Ugh!” şeklinde kaldırarak selamlamasına cevap vermiştim. Avrupalı yöntem daha kolay doğrusu, sol elini rüzgara öylece bırakarak dengeni bozmadan zafer işareti yapıyorsun.

Bulgar yolları dümdüz, tümsek çukur kaygısı olmadan sürülebilir. Aması da yok değil tabi: Yollar genelde iki şeritli, otoban çok az. Gidiş geliş yolların kenarında da bizdeki gibi geniş mesafeler yok. Beyazla çizilen sınırlar neyse o, daha fazlası yok. Dolayısıyla dağ yollarında tırmanıyorsanız ve önünüzde kamyon gidiyorsa garanti konvoya takılıyorsunuz. “Ben motordayım konvoy bana komaz” da demek mümkün değil çünkü bu virajlı yollar yoğun bitki örtüsüyle kaplı olduğundan virajın sonunu da görmek mümkün olmuyor. Sözün özü sollamak kolay değil. Önünde sonunda zaman kaybı kaçınılmaz. Yine de motorcuların çok seveceği temiz virajlı yollar olduğunu düşünüyorum.
Öğleden sonra karnımız acıkınca yol kenarı lokantalarından birinde durdum. Tertemiz ve artık alıştığım üzere boştu. Büyük şehirde dil sorun olmuyordu ama burada oldu. Daha yol olduğundan rehavet çökmesin diye salata ve yumurtayla karnımı doyurmak istedim. “Salad” deyince anlaşılıyor ama gel de ekmeği yumurtayı anlat. Anlaşamayınca mutfağa gittim, ekmeği gösterdim orası tamam. Yumurta aradık mutfakta bulamadık, kolları yanlarında kırıp sallayarak “ Gıt gıt gıdaaak!” yaptım, kadınlar girdikleri gülme krizinden çıkınca sahanda yumurta yaptılar. Yemeğimi yedikten sonra dağlardan aşağı inip geniş yolların olduğu yerlerden geçtim. Yaklaşık 20 km boyunca yol kenarlarında bir sürü fahişe vardı. Öyle köprü altında sotede değil alenen yolun en görünür yerinde durup işveli hareketler yaparak müşterilerini cezp etmeye çalışıyorlardı. Yakınlardaki polis ekipleri ise duruma kayıtsızdı. Muhtemelen bir şekilde kayıtlıydı da biz anlamadık diyelim.
Sonunda feribota geldim, Bulgaristan’dan çıkacağım. Tabelada Romanya 0.5 km yazıyordu. GPS ilk durağım olan Craiova’nın sadece 70 km ileride olduğunu gösteriyordu. Neredeyse gelmiştim.









Kimden ROMANYA




İşlemlerimi yapan gümrük memuru beni yanına çağırıp “Komşi corba?” diye sordu. İlk başta ne demek istediğini anlamadım. “Efendim?Nasıl?” diye sorarken “Komşi corba beş yuro” diye eliyle beş kardeşi gösterince beş euro rüşvet istediğini anlayarak gerekeni yaptım. "Zaten bir saate kadar hava kararacak, burada saatlerce bekletilme riskine karşı 5 euro veririm" deyip rüşvetini verdim.









Kimden ROMANYA




Tuna’nın üzerinde Romanya’ya ilerken Goran Bregoviç ve Fatih Akın’ın filmlerinden bu sularda çekilen sahneleri aklımda yakalamaya çalışıyordum. Bizimkilerin aksine feribot oldukça sessiz ve titreşimsiz ilerledi, yaklaşık yarım saatte Romanya’ya vardı. Girişte gümrük görevlisi motoru ve çantaları didik didik aradı. Güleryüzlü bir insandı. Görevini rüşvetsiz ve hakkını vererek yapan bu adam gördüğüm ilk Romanyalı olarak aklıma kazındı.
Craiova’ya kalan 70 km boyunca pek çok Çingene köyünden geçtim. Çocuklarla ve diğer motorcularla bolca selamlaşarak güneşin batışına doğru yol aldım. Bol miktarda at arabası, yollardaki at bokları ve eşlik eden yanık tenli insanlar her ne kadar bana ülkemi hatırlatsa da nedense o anlarda kendimi gerçekten yurt dışındaymış gibi hissettim.
Sonunda Vedat ve Anka’nın evine geldim. Apartmana girmeden önce çantaları indirdim, motoru çimenliğin kenarına çektim, yan ayağı açtım, motoru sola doğru yatırdım ve kendimi gürültüyle çalı çırpının arasında yatarken buldum. Meğer yan ayak çalıların arasında bir yerde boşta duruyormuş, motoru yatırınca beraberce çalılara doğru düşmüşüm. Sen 2500 km gel son durakta tepetaklak devril olacak iş mi?
Toparlanıp yukarı çıktım, Vedat, Anka, kızları Fatma ve Tanya ile tanıştım. Bize sofra hazırlama telaşındaydılar. Salona geçince bir de ne göreyim Hasan Ağabey’de koltuğa kurulmuş oturuyor. Hasan Ağabey daha önce Urfa’da tanıştığım ve Urfa’dayken de ağzım açık maceralarını dinlediğim sıkı bir gezgin. (buradan ilk tanışmamız okunabilir)
Yirmibeş yıllık Vespa’sıyla Urfa’dan kalkmış buralara gelmiş. Başlı başına bir ekol ama adı sanı yok. Hayatı ayrı bir başlığın konusu olur. Bir buçuk ay önce yola çıkmış Urfa’dan. Yunanda şöyle macarda böyle bulgarda öyle oldu diye anlatıyor hikayelerini. Kemal bir kere çıkmış Hasan Ağabey’le yola, bir daha çıkmamak üzere yemin etmiş. Neden mi, şöyle: “ Bu sefer hızlı geldim 50-60, hız kesmedim “diyor mesela. Bu bizim ortalama hızımız yarısı bile değil. Yirmi beş yaşındaki Vespa’dan da fazla bir şey beklememek lazım ama Hasan Ağabey’in motoru sonuna kadar kullandığına eminim. Derler ki “Motoru arkadan görsen kamyonet sanırsın, üst üste iplerle bağlanmış çantalar, torbalar, tencereler ve bir de piknik tüpü”. Bir diğeri şu: Hasan Ağabey iki ay Avrupa’yı gezer gelir ve bu sefer çok para harcadığını söyler, toplam 250 euro harcamıştır. Yıllardır Vespa’sıyla geze geze Avrupa’da pek çok arkadaş edinmiş, garip maceralar yaşamış. Torunlarına anlatacak hikayelerinin bir savaş gazisi kadar çok olduğuna eminim. Anlatmakla bitmez Hasan Ağabey. En son macerası şu: Bulgar’dan gelirken yoldaki yağı görmesiyle kayması bir oluyor, kendini yerde buluyor. Yerde yuvarlanırken arkasındaki tırın acı frenlerinin durmak için yırtındığını duyuyor. Salavat getirirken tır gelip dibinde duruyor. Elindeki bastonla sekerek yürüyen bu amca, ayağının birini verse de bu uğurda, kalbinin sesini dinleyerek motorla gezmeye, görmeye ve öğrenmeye devam ediyor.

Akşam yemeğinden sonra Craiova’da kısa bir gezintiye çıkıyoruz. İnsan burada yürürken Avrupa’da olduğunu hissediyor. Temiz caddeler, güzel mimariye sahip taş binalar, Arnavut kaldırımlı caddeler ve tramvaylar. Aslında bu ülkenin daha fakir görünümde olacağını düşünmüştüm ama en azından şehrin merkezi öyle değil. Merkez’den geçip şehrin en popüler kafelerini geziyoruz. Bir yere oturup bira içiyoruz, o yorgunluğun üzerine ilaç gibi geliyor. Piller bitmeye yakın eve dönüp mışıl mışıl uyuyoruz.









Kimden ROMANYA




Sabah evin miniği Fatma’nın sevimlilikleri ile uyandıktan sonra kahvaltıya oturuyoruz. Bir de bakıyorum masada pate var, öyle seviniyorum ki… Pate tavuk ya da domuz etinin krema şekline getirilmiş hali, kahvaltıda ekmeğe sürüp yeniyor. On yıl önce Fransa’da cebimizde para olmadığında bir kutu pateyi ekmeğin arasında sürüp yerdik. On yıldır tadını unutmuştum. Ağzıma koyunca farklı an ve mekanlara flashback’ler yaşadım. Türkiye’ye dönünce de Mardin’de Migros’ta alışveriş yaparken Bulgaristan’dan ithal pateleri görünce 5-6 kutu aldım. Tadı aynıydı ama sınırlar dışında pate yemenin keyfi ayrıydı.









Kimden ROMANYA




Öğlene doğru evden ayrılırken Hasan Ağabey Fatma’nın meraklı gözleri önünde fırında köfte yapmakla meşguldü.









Kimden ROMANYA




Tanya’nın okul işlerini halletmek üzere motora atlayıp şehirde gezmeye başladık. Ara sıra bir yerlerde duruyorduk Tanya’da gidip işini hallediyordu. Bu gidiş gelişler ve beklemeler sırasında pek mutluydum. Artık yabancı bir ülkedeydim ve doyasıya çevreyi seyrediyordum. İlk başta motorla seyahat Tanya’yı biraz ürkütse de güvenli ve sakin kullanmam dolayısıyla rahatladı. İşlerini bitirince şehrin en önemli mesire mekanı olan parka gittik. Parkın girişinde Avrupa’nın en büyük şehir içi parkı yazıyordu. Aynı şey Polonya’da Lodz kentinde de vardı, onlarda aynı şeyle övünüyorlardı. O an “Acaba bu şehirlerden kaç tane daha vardır” diye düşündüm. Ne yazık bizde böyle parklar yok. Burada park deyince kırpılıp bahçıvanların yeteneklerini sergiledikleri çiçek bahçeleri ya da şekilli ağaçlar akla gelmesin. Buradaki parklarda tavşanlar, geyikler, ördekler, kazlar, tilkiler ve bir çok farklı hayvan kendi habitatları içinde yaşayabiliyorlar.

Parkın giriş bölümünde pek çok bank ve kafe var, ilerledikçe yerini ormana bırakıyorlar. Benim parklarda gezinmek gibi bir alışkanlığım yok, belki de park olmadığı içindir bilemiyorum. Bu kısa gezide rehberim Tanya’yla birlikte birkaç saat parkta dolanıyoruz.









Kimden ROMANYA




Hava kararmaya yakın eve dönüyoruz. Dönüş yolunda bir daha büyük şehirde ne zaman oluruz bilinmez diye yurttaki yakınlara ufak hediyeler alıyorum. Motorla gezince haliyle yer sıkıntısı oluyor, dolayısıyla hediyeler makul boyutlarda olmalı. Çözüm olarak yöreye özgü magnetler işe yarıyor, küçük ve ucuzlar.









Kimden ROMANYA




Akşam yemeğinden sonra dışarıda pahalı sayılacak bir bara gidiyoruz. Oldukça nezih bir yer. Bira 5 levo (2.5 YTL) Bailey’s 10 levo (5 YTL). Türkiye’de sanırım 5 YTL’ye buzlu Bailey’s içilecek bir yer yoktur. Bira’nın fiyatı ise Kızıltepe’de birayı tezgah altından satan bizim binanın altındaki bakkal ile aynı. Ha bu arada yanındaki çerezler beleş.

Bakıyorum ışık elverişli takıyorum 50 mm’yi ve portre çalışıyorum. Aramızda en güzel yüzü olan Tanya. Fokusum onun üzerinde. O akşam artık Craiova’nın yeterli olduğunu düşünüyorum, amacımız yolda olmak ve olabildiğince çok yer görmek. Hemen planı yapıyoruz. Yarın hep beraber kaplıca havuzlarının olduğu Calimaneşti’ye gitmek üzere karar alıyoruz. Diğerleri oradan geri dönüp evde pinekleyecek, ben ve Tanya birkaç gün Sibiu, Braşov, Sınaıa ve Bükreş yuvarlağını yaparak diğerleri ile Bükreş’te buluşup Constanta’ya (Köstence) gideceğiz.









Kimden ROMANYA




Ertesi sabah erkenden ayrılıyoruz evden. Şehir çıkışında benzinlikte durduğumuzda sol yan çanta kapağımın olmadığını ve eşyaların rüzgardan dağıldıklarını fark ediyorum. Neyse ki kayıp yok. Geldiğimiz yolu geri dönüp çanta kapağını aramakla 45 dk kaybetsek de kapağı bulamıyoruz. Açıkta kalan yan çantanın üzerine sırt çantasının yağmurluğunu geçirip lastik fileyle sabitleyerek yola devam ediyoruz. Çok da güzel oldu bu çözüm, döndükten sonra da yurt içinde yaptığım gezilerde aynı metodu uyguladım.
Romanya’da yollar genelde kalabalık, çünkü duble yol yok. Önde kamyon ya da tır gidiyorsa kesin konvoy oluyor. Yine de fantastik hareketler yaparak sollama yapan yok gibi. Yollarda çukur tümsek vs gibi sürprizler ve motoru araçtan saymayan sürücüler de yok. Kısaca burada motor sürmek bebek işi.
Kaplıcalarda yüzüp eğlendikten sonra akşam kalmak için yer aradık ama ucuz otellerde yer yoktu. Bu durumda Vedat devreye girip çevresini kullanarak bize Class Hotel’i ayarladı. İki kişi 100 levo (50 YTL). Küçük ama sevimli bir odaydı. Akşam yemeğinde sosis ezme mısır ve yoğurtlu sosu olan bir yemek yedim. Tanya da piliç yedi. Meyve sularıyla beraber 30 levo (15 YTL) ödedik.









Kimden ROMANYA




Sabah yüklenip Sibiu’ya doğru yola çıktık. Romanya turunun en keyifli rotası sanırım burasıydı. Sağda akan bir nehrin ve yanında kıvrılarak giden, bazen viyadüklerden geçen çok keyifli bir yol. Yüzüme esen rüzgar ormanın içinden gelen farklı bitkilerin ve nemin kokusunu taşıyor. Yükseklere çıktıkça soğuyan bu yolda kısa bir süre yağmur da yedik ama üşümedik, aksine benim çok hoşuma gitti. (Daha sonra yolların videolarını birleştirip kısa bir sunum halinde vereceğim)









Kimden ROMANYA




Sibiu başlangıcımızdan yaklaşık 120 km uzakta. Şehrin girişi bir sanayi bölgesini andırdığından ve hava da biraz puslu olduğundan benim pek hoşuma gitmedi. Nitekim şehir içinde GPS’e güvenerek kendimizi kaybettiğimiz cadde keşiflerinde de göze çarpan farklı bir yapı da görmeyince burada sadece yemek yeyip Braşov’a geçmeye karar verdik.








Kimden ROMANYA




Braşov’a varmamız akşamı buldu. Ülke çapında Avrupa Birliği’nin finanse ettiği yol çalışmaları var. Dolayısıyla zaten gidiş geliş olan yollar pek çok yerde tek şeride inmiş ve 1-2 km’yi bulan kuyruklar oluşmuş. Bazıları arabalarından çıkıp kenara oturup atıştırmaya başlamış bile. Aynı kuyruk karşı tarafta da olduğundan minimum bekleme süresi 15 dakika. Ama bizim gibi motorizeler için fazla sorun teşkil etmiyor bu durum. Hiç gaz kesmeden o uzun kuyrukların en önüne gidiyor ve araç konvoyundan önce biz kurtuluyoruz. Hatta bazen tamirat halindeki stabilize yol imkan verirse arabaların geçemeyeceği yerlerden yolumuza devam ediyoruz. Bu kıvraklık tatil boyunca bize en az 5-6 saat kazandırmıştır.









Kimden ROMANYA




GPS’den bulduğum otelin önüne gelince 5 yıldızlı olduğunu anlıyoruz. Bize uymaz diyerek ara sokaklara dalıp ve ucuz otel arıyoruz. Sonunda merkeze de yakın sevimli bir Romen hanımın işlettiği 3 yıldızlı Hotel Adabelle’de karar kılıyoruz. Oda, kahvaltı ve akşam yemeği iki kişi 170 levo (85 YTL)









Kimden ROMANYA




Tertemiz ve geniş oda dikdörtgen avluya bakıyordu. Odaya yerleşirken nihayet kapalı hava kendini saldı ve yağmur yağmaya başladı. Çok güzeldi, özlemişim yağmuru.


Biraz dinlenip duş alıp yemeğimizi yedikten sonra dışarılarda sürtmek üzere otelden ayrılıyoruz. Braşov eski güzel evleri, çiçekli balkonları, tarihi binaları ve kalabalık sokakları ile çok güzel bir şehir.









Kimden ROMANYA




Şehrin meydanına giden yol biraz İstiklal’i andırıyor. Her iki yanda çok sayıda mağaza ve yolun ortasında bilumum kafeler restoranlar bulunuyor.









Kimden ROMANYA




Aheste adımlarla meydana yürüyüp etrafı ve insanları seyrediyoruz. Yağmur tekrar başlıyor ama bu sefer biraz sert. Öyle hoşuma gidiyor ki ıslanmak. Kızıltepe’den gelip burada yağmurda serinlemek tam manasıyla “kızgın çöllerden serin sulara atlamak etkisi” yaratıyor.









Kimden ROMANYA




Meydanın çevresinde pek çok gezilebilecek tarihi mekan var ancak ben kafelerden birine oturup keyif yapmayı tercih ediyorum. Oturmaya giderken daha fazla ıslanmayalım diye köşedeki seyyar satıcıdan patlamış mısır alıp yağmurdan kaçışanları izliyoruz.









Kimden ROMANYA




Yağmur azalınca sonunda Carlsberg’e kavuşuyorum. Hazır hava karardı 50 mm’nin saati geldi deyip yine az ışıkta güzel renkli fotoğraflar çekme uğraşına dalıyorum.









Kimden ROMANYA

Otele dönerken süpermarkete uğrayıp yarın yolda yemek üzere alışveriş yapıyoruz. Ben zeytinyağlı pate tercih ediyorum. Markette dolanırken pek çok ürüne yabancı olmak keyifli bir duygu. Tanya’ya habire “Bu ne?”, “Şu ne işe yarar?” gibi sorular soruyorum. Kayıtlara almak için fotoğraf da çekeyim derken görevlinin biri gelip “Yassah kardeşim!” tarzında bir şeyler söyleyince alışverişi kesip ama pateleri unutmadan otele dönüyoruz. Gece vakti tutan oburluğumuza pateler dayanmıyor.









Kimden ROMANYA




Ertesi sabah Bükreş’e gitmek üzere sabah 9 da yola çıkıyoruz. Topu topu 130 km gideceğiz ama yol çok kalabalık, dar ve bir sürü çalışma var. Braşov çıkışında İstanbul plakalı bir otobüs görüp korna eşliğinde solluyorum. Arkasından gelirken şoför bir anlam veremese de önüne geçtiğimde Mardin plakasını görüp selamıma karşılık veriyor. Hatta beş-on dakika sonra köprü altına dönerken otobüsün köprünün üstünden geçtiğini gördüm, o da hala beni takip ediyor olacak ki selektör ve kornalarla “Güle güle” diyor.









Kimden ROMANYA




Geçtiğimiz yollarda irili ufaklı birçok yerleşim yeri var. Doğa her zamanki gibi nefis, her yer yemyeşil, hava tertemiz. Yollarda bizim oralardan aşina olduğum at arabalarını görmek mümkün. Çoğunu Çingeneler kullanıyorlar.









Kimden ROMANYA




Yol güzel olsa da trafiğin yoğun olması insanı yoruyor. Bir kenarda durup soğuk neskafe ve sigara içiyorum, Tanya’da fırından aldığı çörekler eşliğinde ve meyve suyunu içiyor. Plana göre Craiova’daki (Osmanlıca adı Karlıova) ekiple öğlen Bükreş’te buluşacaktık ama bu gidişle yetişmemiz imkânsız. Telefon edip Bükreş Köstence (Constanta) arasındaki otobanın ilk benzinliğinde buluşmayı planlıyoruz.
Yola çıkıp Bükreş’e gidiyoruz. Bütün büyük şehirler gibi daha şehre girmeden 50 km önce trafik ve yoğunluk başlıyor. Bir başkent sonuçta, kalabalık, yollar birbirine girmiş, etrafta yüzlerce tabela, ne ben biliyorum yolu ne de Tanya. Varsayın ki Ankara’nın ortasından geçerek bir otobana çıkacaksınız. Haritayla olacak iş değil. İşte bu aşamada GPS devreye giriyor. Tasalanmadan cihazın gösterdiği yollardan ilerleyerek Köstence otobanını buluyoruz. Geldiğimiz yol Bükreş içinden çaprazlama geçerek otobanla birleşiyor ama şehir trafiğini ve keşmekeşe girmekten de sıyırmıyor insanı. Sözün özü GPS olmasaydı otobanı bulmamız çok zaman alırdı.
Neyse ilk benzinlikte diğerleri ile buluşmak ve depoyu doldurmak için otobana çıkıyoruz. Bir beş on yirmi derken kilometreler ilerliyor ama ufuk çizgisine kadar benzinlik, bırak benzinliği köy bile yok. Zaten yakıt tankının kırmızı ışığı son yarım saattir kırmızıya takılmış durumda. Yolda kalacağız diye endişelenip diğerlerini arıyoruz. Biz 27. km’de onlar da 42. km ‘de durmuşuz (Otoban kenarında her kilometrede bir kaçıncı kilometrede olduğunu gösteren tabelalar var oradan biliyoruz.) Onların da benzini bitmek üzereymiş. Yanlarına varıyoruz. Benzin işini nasıl çözeriz derken aklıma GPS geliyor. On saniye sonra en yakın benzinliğin 7 km ileride olduğunu öğreniyoruz. Birkaç km ilerideki sapaktan çıkıp GPS yardımıyla benzinliği elimizle koymuş gibi buluyoruz. Bu kadar teknoloji motorcuya ters diyen arkadaşlar bile bu durumdan keyif alıyor.








Kimden ROMANYA



Benzinlikten sonra yaklaşık 250 km otobandan ilerliyoruz. Konstanta’ya yaklaştıkça doğa güzelleşiyor ve yol kalabalıklaşıyor. Özellikle üzerinden geçtiğimiz uzun metal köprülerde sürmek çok güzel bir deneyimdi.
Konstanta’ya vardığımızda neredeyse akşam olmuştu ve kıçımız tabiri yerindeyse seleye yapışmıştı. Vedat’lar kalacak yer aramaya gittiklerinde biz de buz gibi yorgunluk biralarımızı yudumlayarak hayata dönmeye çalışıyorduk. Etrafta gezinen bikinili kızlardan yazlık bir yere geldiğimiz anlaşılıyordu.
Konstanta’da yol kenarlarında ellerindeki anahtarları yola doğru sallayan kadınlı erkekli pek çok insan var. Bunlar evlerini kiralayanlar, durup pazarlık ediyorsunuz anlaşırsanız evi pansiyon gibi kullanıyorsunuz. Yani vergi levhaları yok. Vedat’larda bir saat sonra döndüklerinde bu yöntemle bir ev tutmuşlardı. Denize birkaç km uzaktaki müstakil evin alt katında ev sahibi yaşıyor üst katını da kiraya veriyor. Evde küçük aileye yetecek herşey var. Günlük 250 Levo (125 YTL)








Kimden ROMANYA



Biz de yerleştikten sonra Real’e gidip haftalık alışveriş yapıyoruz. Ben o aşamada bir hafta kalmayı planlamıyorum ama onlar kalacaklar. Altılık kutu biralar 5 Levo, yani 2,5 YTL. Ben Kızıltepe’de tanesini o paraya alıyorum yahu! O gece kısa bir sahil turundan sonra yorgunluğun etkisiyle erkenden devriliyoruz.








Kimden ROMANYA



Ertesi gün seyahat olmadığından öğlene kadar yatakta yuvarlanıp geç bir kahvaltıdan sonra kumsala gidiyoruz. Sahil birkaç km kadar uzunlukta ve ana baba günü. Kumu ince ve güzel ama denizi kötü. Su sıcaklığı iyi ama denizde yosun parçaları yüzüyor, rengi yeşile çalıyor. Şöyle temiz dibinin görülebileceği su yok, eh Karadeniz burası. Bizim kalabalık sahilleri aratmayan torbalar, çerez poşetleri de cabası.








Kimden ROMANYA



Sahil kenarında bir sürü aksiyon alanı var. Sokak müzisyenleri, zıplantan cihazlar, bir sürü hediyelik eşya, restoranlar vs...








Kimden ROMANYA



En ilginci ise sahil yolunun hemen üzerinden ilerleyen Telesiyej. Şahane bir fikir bence. Gece gündüz hareket halinde ve her vagonunda insanlar var. Belediye işletiyor. Ben gece bindim, ışık oyunlarının eşlik ettiği manzara güzeldi.








Kimden ROMANYA



Yine de en güzel aktivite bir haftaya yakındır yollardan yorulan bedenleri şezlonglara yayıp yatmak, sahilde ucuz bira içip kafaları bulandırmaktı. Biz de hani, hele ki popüler sahillerde, bira pahalıdır ya, burada öyle değil, en azından bizim için değil. 2-3 Levo, yani 1-1,5 YTL. Sahildeki şezlong keyiflerimde beni en çok sevindiren bu olmuştu. Eh insan Çeşme’de bir küçük biraya 8 YTL vermek zorunda kalıp da yüreğine oturunca acısını çıkarası geliyor.

Biz de denizin alası olduğu için beni çekmiyor, daha çok şezlong, kitap, bira ve muhabbet ile vaktimi geçiriyorum. Bugün de sele ile değil şezlongla bütünleşelim bari diye bütün gün yatıyorum. Fotoğrafları bile yatarak çekmişim, bir tek üstteki fena olmamış diğerleri yamuk yumuk.








Kimden ROMANYA



Akşam hava kararmaya yakın sahil yolundan eve dönüyoruz. Akşam yemeğinden sonra alemlere akalım diye dışarı çıkıyoruz.








Kimden ROMANYA



İlk durağımız “Manele” çalan bir disko. Manele’yi kabaca Romaya’nın arabeski olarak tanımlayabiliriz. Ritmler ve arabik melodiler kulağa çok tanıdık geliyor, hiç yabancılık çekmezsiniz. Tabi tekrarlayan aynı çirkin melodiler, alt yapısı elektronik org ve piyanist şantör ekolu abilerin söyledikleri yavan şarkılar bir süre sonra bayıyor insanı. Yine de vatan hasreti çekmeden kafa dağıtılabilir. Arada sırada çalan tekno dub-tıs’ları ve manele eşliğinde biz de dans ettik. Arada çalan bazı şarkılar bana çok tanıdık geldi, hatta nakaratlarını gelmeden önce söyledim. Tanya pek çok manele şarkısının Türk şarkılarından alındığını söyledi.
Bu tür diskoların ortalama ve altı sosyoekonomik tabakaya hitab ettiği anlaşılıyordu. Kızlar alımlı ve güzeldi, adamlar da kızların peşindeydi. Bizde olsa kesin kız yüzünden kavga çıkardı








Kimden ROMANYA



Buradan çıkıp Clup 21’e gittik. Burası da sanırım bu sahilin en lüks klübüydü. Kapıda irikıyım biri içeri girenleri seçiyordu, bizi direk aldı. Müzikler için DJ vardı, sütünların kenarındaki küçük platformlarda yarı çıplak kızlar seksi danslar yapıyorlardı. Millet takmış takıştırmış gelmiş piyasaya, çoğu da kız. Herhalde diyorum burada fiyatlar artacak, yok artmıyor. Bailey’s 10 levo (5 YTL) bira 6 Levo (3 YTL). Biraz kalıp etrafa bakınıp dans ettikten sonra eve gidiyoruz.








Kimden ROMANYA



Üzerimde bir yorgunluk, bezginlik var. Uyanasım yok, gezesim yok, yüzesim yok; tatilin gazı geçiyor ve kendini yılın yorgunluğuna bırakıyor sanırım.








Kimden ROMANYA



Zoraki sahile gittikten sonra üstümü bile çıkarmadan sızıyorum. Aynı ritüele devam, uyu, bira iç, kitap oku, lak lak et, etrafa bakın, uyu...Akşam değişiklik olsun diye bir tatar türkünün davetiyle yakındaki başka bir sahile gidip mangal yapıyoruz. Sahil hoş, kamp kurulası.








Kimden ROMANYA



Kendisi aynı zamanda imammış. Demek o yüzden tanışırken karısı elimi sıkmadı. Gereksiz dinsel ve politik tartışmalara giriyoruz, tadım kaçıyor. Uzaklaşıp çevrenin fotoğrafını çekiyorum.








Kimden ROMANYA










Kimden ROMANYA



Ertesi gün benzer ritüellerle geçiyor, az aksiyon bol uyku. Ne zamandır sahil yolunun tepesindeki telesiyeje binelim diyorduk. Bu akşam gidelim bari diye planladık.








Kimden ROMANYA



Bu arada Vedat daha iyi bir ev bulmuş oraya taşınıyoruz. Yataktan kalkmak çok zor geliyor ama ne yapalım bunun deniz manzarası varmış, denize sıfırmış.








Kimden ROMANYA



Evin kirası günlük 300 Levo (150 YTL). Akşamları balkonunda oturup martıları ve sahili seyretmek çok güzel oluyor. Bir de şu rahatsız edici tatbikat olmasa daha iyi olurdu. Gün ortasında GÜÜM! diye bir sesle yataktan düşüyorsun, ardından TATATA! Balkonun elli metre uzağından geçen helikopterler, alçaktan uçan gürültülü savaş uçakları ve destroyerler. Bence bunlar biraz artistlik kokuyordu. Neden mi? Çünkü sanki başka sahil kalmamış Romanya’nın en kalabalık ve gözde tatil beldesinin kıyısında herkesin gözü önünde tatbikat yapıyorsun. Üstelik prime time’da herkes denize girerken. Başka sahil mi kalmadı? Düşünün ki Marmaris ya da Bodrum Limanı’na birkaç yüz metre uzakta tatbikat yapılsın, onun gibi bir şey. Yine de balkonda bira içip topları ve helikopterleri seyretmek eğlenceliydi. Bir seferinde hemen önümüzdeki kalabalık plajın üzerinde iki helikopter yaklaşık 5 dakika kadar alçaktan uçup seyircilere hava attı. Ne biçim tatbikat anlamadım doğrusu.








Kimden ROMANYA



Akşamüzeri olunca telesiyeje binmek üzere yola çıktık. Kişi başı 10 Levo (5 YTL). Havalandıktan sonra birkaç km boyunca otellerin üzerinden gidiyor. Her iki yanda da denizi görmek mümkün, arada kalan kara parçası ve her iki yandaki deniz süper gürünüyor.








Kimden ROMANYA










Kimden ROMANYA



Akşamları yürüyüş yapıp bir şeyler içtiğimiz sokağın üzerinden uçuyoruz.








Kimden ROMANYA



Aşağı indikten sonra geleneksel Romanya yemekleri yapan bir restorana giriyoruz. Şarap fiyatı gibi çok güzel ama yemekler için aynı şeyi söylemek mümkün değil. İki ayrı spesiyalden birinde tavada kızartılmış domuz eti, patates kızartması ve birkaç haşlanmış sebze; diğerinde de tavuklu türlü benzeri yemekler geliyor.







Kimden ROMANYA


Menüdeki diğer tabaklarda da değişik bir şeyler yok açıkçası. Nitekim Romanya tatili boyunca gastronomi adına hayatıma yeni bir şeyler kattığım söylenemez. Genelde basit ve hazır yemekler tüketiyorlar.








Kimden ROMANYA



Birkaç gündür evde pineklemekten biraz pişman olduğumdan ve enerjimi topladığımdan ertesi gün güneye gitmeye karar veriyorum. Yol üzerinde de farklı turistik mekanlara uğrayacağım. Ev ahalisinin gerisi pineklemeye alıştığından kimse gelmiyor, yalnız gideceğim.








Kimden ROMANYA



Motora atlayıp yola düşüyorum. GPS’i de takıyorum istediğim yola sapıyorum, çok keyifli bir duygu. Güneyde Jupiter, Venus ve Saturn isimli tatil beldeleri var. Hoş mekanlar, plajlar, barlar diskolar yüzlerce otel kamp alanı vs var.








Kimden ROMANYA



Saturn’de denizin üzerindeki yüzen platforma konser alanı yapmışlar. Nefis fikir. Marinada da dün gürültü yapan tatbikat botlarını sivillere açmışlar. İşin şov kısmının ağır bastığını biliyordum zaten.








Kimden ROMANYA



Yollarda çok hoş araçlar vardı, iki kişilik dört tekerlekli bisikletleri sürenler çok keyifli görünüyorlardı. Sahil gezmesini el ele yapmaktan sıkılan sevgililer için birebir.








Kimden ROMANYA



Önceden de söylemişlerdi buralarda bir yerlerde hippilerin kampı varmış diye. Merak edip sorduğum biri beni Mangalia’ya yönlendiriyor. On beş km daha güneye inip hippilerle ilgili bir işaret arıyorum ama bulamıyorum. Yoldan geçen rasta saçlı küpeli baygın bakışlı bir gence durup sorunca öyle bir yer duymadığını söylüyor ama ben onunla konuşurken hedefime yaklaştığımı hissediyorum. Yakınlarda bir rock müzik festivalinden geliyormuş. Tamam diyorum işretler çok yakın olduğumu söylüyor. Gence nerede kalabileceğimi sorunca sahili işaret ediyor. Sahil boylu boyunca çadır ve yaş ortalaması 25’i aşmayan genç insanla dolu. Poi çevirenler, voleybol ve tenis oynayanlar, kucak kucağa muhabbet edenler; ortam cıvıl cıvıl. Sahil boyu da tahtadan yapılmış bir sürü farklı temaya sahip barlarla dolu. Sanırım hippi kampı dedikleri şey bu görüntü olmalı.








Kimden ROMANYA



Motoru canlı müzik olan bir barın önüne park edip müziği dinliyorum. Bana biraz sert ve fazla acemi gelince sıkılıp deniz kenarındaki barlardan birine gidiyorum.







Kimden ROMANYA



Bira 3 Levo (1.5 YTL). Oturup çevreyi seyrediyorum. O an “Lan Constanta’da boşuna vakit öldürmüşüz “diye düşündüğümü hatırlıyorum.








Kimden ROMANYA










Kimden ROMANYA



Buranın tarzı biraz Olimpos’u andırıyor. Gerek insanların hal ve tavırları gerekse kıyafet seçimleri çok benzer. Çok daha ucuz ve kalabalık olduğunu söyleyebilirim. Üstelik denize sıfır.








Kimden ROMANYA



Bir daha yolum Romanya’ya düşerse Mangalia’da birkaç gün mutlaka geçireceğim.
Akşama doğru biraz buruk olarak oradan ayrılıyorum. Yarın Constanta’dan ayrılacağız, biraz fazla mı kaldık orada ne?








Kimden ROMANYA



Eve dönünce balkonda güneş batımına karşı keyfediyorum. Aklımda hala Mangalia var, şeytan dürtüyor oraya geç diye ama, bir daha ki sefere artık.








Kimden ROMANYA



Akşam yürüyüşüne çıkıyoruz, bizim Kızılderili ağabeyler yine iş başında, playback’ten Kızılderili türküsü okuyorlar. Etraflarında bir sürü garip enstrüman var ama hiçbirinin sesini akustik olarak duyamadık. Bir sürü de seyircisi var ama daha çıkıp da cd’lerini alanı görmedim.








Kimden ROMANYA



O akşam aynı mekanlarda yürümekten gerçekten sıkıldığımı hissettim. Neyse ki yarın yola çıkacağız. Diğerleri Craiova’ya dönecekler, ben ve Tania gidiyoruz yarın.








Kimden ROMANYA



Akşam jiple gezinip dıptıs müzik dinleyerek eğleniyoruz. İyice maganda olmadan iyisi mi uzayalım hemen yarın!








Kimden ROMANYA



Sabah erkenden uyanıp son kez deniz manzaralı evimizde kahvaltı yaptıktan sonra Bükreş’e doğru yola çıkıyoruz.

Constanta çıkışında birbirimizi kaybediyoruz. Telefonla buluştuktan sonra diğer aracı takip ederek yoluma devam ediyorum ama GPS yanlış yola gittiğimi söyleyerek devamlı uyarı veriyor. Romanya’da yaşayanlar daha iyi biliyordur herhalde diyerek takibe devam 60 km daha devam ediyorum. Gps haritasını büyütüp baktığımda çok ilgisiz bir yerde olduğumuzu fark ediyorum. Diğerlerine haber verince yolu değiştiriyoruz. Nasıl mı? Gps’e yol çizdirerek, en kısa yoldan asıl yolumuza çıkıyoruz. Neden mi anlattım bunu: Gps’in faydalı bir şey olduğuna inandığım için.

Bükreş’te merkezde ucuz otel bulmak kolay değil. Biz de aramaktan pes edince en son öğrencilerin çalıştığı güya adı Hostel olan otele geceliği 180 Levo (90 YTL) vererek yerleşiyoruz. Oda çok pis, her yerde izmarit yanığı var. Parasını hak etmeyen bir yer. Biraz sinirlenip dışarı çıkıyoruz.








Kimden ROMANYA



Tania Bükreş’i hiç sevmiyor, pek gezesi yok. Kalabalık, trafik ve büyük şehir insanları zamanında onu canından bezdirmiş. Bense bir ülkenin başkentine gelmenin heyecanı içindeyim.
Caddeler geniş, yollar bakımlı. Yine de zengin bir ülkede olmadığınızı hemen anlıyorsunuz. Bükreş’in merkezinde yıkık binalar, moloz yığınları, çingenelerin yaşadıkları gece kondular görmek mümkün. Üzerine bir de başıboş köpek sürüleri de eklenince bizim büyük şehirleri hiç aramıyor insan. Belirtmem gerekir ki buraların köpekleri bizimkiler kadar sümsük değiller.








Kimden ROMANYA



Akşam olduğundan gezecek yerler de kısıtlanıyor. Biz de caddelerde başıboş köpekler misali turluyoruz. Geniş yollar ve ortadan tıkır tıkır geçen bakımsız tramvay seyredilesi hoş manzaralar oluşturuyor.








Kimden ROMANYA



Çavuşesku’nun sarayının çevresi devlet daireleri, lüks semtler ve dolayısıyla güzel taş binalarla süslenmiş. Romanya 2007’de Avrupa Birliği’ne girmiş, her devlet dairesinin kapısında Romanya bayrağı yanında mavi üzerine yuvarlak sıralanmış sarı yıldızlı bayraklardan var.








Kimden ROMANYA



Çavuşesku’nun sarayı özellikle gece çok güzel görünüyor. En azından gündüz olduğu gibi bireysel turizme açık olmayan bu binaya giremediğinize hayıflanmıyorsunuz. 1983’te yapımına başlanan Saray’ın içinde hala tamamlanmamış yerler varmış. Pentagon’dan sonra dünya’nın en büyük kamu binası olduğu söyleniyor. 12 katlı, 1000 odalı bu dev binada 400 mimar ve 20.000 işçi çalışmış. Çavuşesku ölmeden önce tüm parlementoyu burada toplamak istemiş. Şimdilerde binanın sadece bir kısmı parlemento için ayrılmış.








Kimden ROMANYA



Binanın dört tarafı da birbiriyle aynı görünüme sahip. Çevresini dolaşmak yarım saat alıyor. İçini dolaşmak için ise grup olarak başvurmak gerekiyormuş.
Biz gittiğimizde binanın çevresi rally yarışı için kapatılmış yollar düzenlenmişti.
Marketten pate, ekmek, meyve suyu, peynir ve domates alıp hostele geri dönüyoruz.
Yarın Buşteni’ye (Buşteyn diye okunuyor) gideceğiz.







Kimden ROMANYA


Ertesi sabah nasılsa fazla yolumuz yok diyerek aheste hareket edip Buşteni’ye doğru yola çıkıyoruz. Trafik kalabalık olduğundan sürüşün pek tadı yok. Öğlen olduğunda hedefimize varıyoruz ve kalacak yer arıyoruz. Sorana Pansiyon günlük iki kişi 100 levo (50YTL) ile cazip geliyor.







Kimden ROMANYA


Tamama yakını ahşaptan yapılmış sevimli bir ailenin işlettiği bir pansiyon. Oda kocaman, mutfak tertemiz. Yerleştikten sonra yürüyüş yapmak için dışarı çıkıyoruz. Yolda elli yıl önceden zaman tüneliyle gelmiş gibi görünen motorcu bir abiye rastlıyoruz.







Kimden ROMANYA


Motor sık arıza yapıyor demek ki taşıdığı eşyanın yarısından fazlası motor tamir ekipmanı. Sanırım biz onu gördüğümüz sırada motoruna yağ ekliyordu.
Görebildiğim kadarıyla motorun markası da yoktu. Belki de kendi toparlamıştır.







Kimden ROMANYA


Buşteni çok düzgün küçük bir kasaba. Aslında buranın neden bu kadar popüler olduğunu ilk başta anlamamıştım. İnsan büyük bir şeyler bekliyor. Oysa oranın güzelliği küçük olmasında aslında. İnsanlar burada kafa dinleyebiliyorlar. Kışın çevre dağlarda kayak yapıldığından özellikle noel tatilinde daha kalabalık oluyormuş. Şimdi de değişik aksiyonlar yapmak mümkün. Dağ yürüyüşü, dağda atv gezisi, kaya tırmanışı ve dağda temiz havada yapılabilecek bilumum hareketi yapmak mümkün.

Biz ne yaptık, çayıra çimene yayılıp bira içip haşlanmış mısır yedik. Piknik yapılan bu yerde kışın kayak yapıyorlarmış.
Piknikten sıkılınca on beş km güneydeki Sinaia’ye gittik, şehir turu attık. Burası Busteni’den daha büyük ve lüks bir kasaba. Merkezde lüks oteller ve mağazalar var. Fazla şaşırtıcı olmayan ama güzel ve bakımlı bir yer.







Kimden ROMANYA


Yürüyüşten sıkılınca arkalara yamaca doğru uzanıyoruz. Burada daha orijinal mimari güzellikler var. Hepsi de mis gibi ormanın içinde.







Kimden ROMANYA


Yollar bizi Peles Şatosu’na götürüyor. Burası kraliyet ailelerinin dinlenmek için kaldıkları yermiş. Önce Arnavut kaldırımlı yolda on dakika hafif eğimle tırmanıyorsunuz. Solunuzda şırıl şırıl bir dere akıyor. Çevreniz orman ve ormanın içinden gelerek yüzünüzü okşayan serin esintilere eişlik edenfarklı kokularla sarılı. Derenin üzerindeki tahta köprü ormanın içine ilerleyen bir patika ile sonlanıyor. Biz şehirli bebeler için bu huzurlu ortam tedirgin edici bile gelebilir. Hani denizde yüzerken suyun altında ne olduğunu bilmemenin sıkıntısını yaşar ya insan, burada da sık ağaçların arkasındaki karaltının verdiği bir sıkıntı yaşanıyor. Hele ki Drakula’nın memleketindeyseniz! Kasvetli Arnavut kaldırımından sonra büyükçe bir köprüyle biten bir açılık ve arka planda da şato karşılıyor insanı. Masallardaki gibi bir görüntü bu.







Kimden ROMANYA


Ne yazık ki şato saat beşte kapandığı için sadece dışını görmekle yetiniyoruz. O da 20 levo rüşvet karşılığında.







Kimden ROMANYA








Kimden ROMANYA








Kimden ROMANYA


Şatonun çevresinde ayrıca çok güzel mimariye sahip değişik hizmet binaları bulunuyor. Şatonun işlerini çevirmek için neredeyse şato kadar yer işgal eden irili ufaklı çok sayıda bina yapmışlar. Binaların arasında çiçek bahçeleri ve heykeller var. Burası gerçekten de krallara layık bir mekan.







Kimden ROMANYA








Kimden ROMANYA


Dönüş yoluna başlıyoruz. Her şey çok hoş da tuvalet yok, neyse ki Arnavut kaldırımlı yolun kasvetli bitki örtüsü var. Ağaçların arasındaki karaltı bana ait.
Akşam eve dönene kadar hava kararıyor. Odaya yerleşince üstümüze ağırlık çöküyor. Bugün oda keyfi yapacağız. Dışarıdan manele sesleri geliyor. Artık ben de aralarından popüler olanları seçebiliyorum. Saçma sözler, basit müzik, kötü alt yapı, dandik videoklipler demek sadece bizde olmuyormuş. Mesela aşağıdaki örneği verebilirim, koysan düğün salonuna milletşıkır şıkır göbek atar. Klipte dikkat ederseniz bize benzer oynuyorlar.








PRINTESA DE AUR - UITA-TE LA MINE EXCLUSIV VIDEO
Vezi mai multe video din Muzica »

Hazır yeri gelmişken şunu da göstereyim. Romanya'da manele'yi çingeneler yapıyorlarmış ama dinleyici kitlesi hem çingeneleri hem de romenleri kapsıyormuş. Entellektüel düzeyi yüksek olanlar bu tarz müziği dinlemiyorlarmış. Enteli danteli bilmem ama aşağıdaki klibi izlerken hem müziği yapana hem klibi çekene de "Tü Allah sizi davul etsin" edesim geldi. Seyredin yabacılık çekmezsiniz.








Ionut Cercel-Chaiorie
Vezi mai multe video din Muzica »

Ertesi sabah uyanıp mutfakta hazırladığımız zengin kahvaltıyı yapıp teleferiğe gidiyoruz. Dağın zirvesine çıkacağız. İlk geldiğimde dağa şöyle bir bakıp ben buna tırmanırım demiştim ama yirmi dakika süren teleferik yolculuğunda gördüğüm ölümcül yarlardan sonra nah çıkarım dedim.







Kimden ROMANYA


Biz çıkarken dağın zirvesi ile tabanı arasında bulut olduğundan çevreyi pek göremedik. Yalnız ara sıra bulutların arasından ansızın beliren teleferik kabinine yakın sarp kayaları görünce insanları “Oooovv, voooovv” gibi sesler çıkardığını hatırlıyorum.







Kimden ROMANYA








Kimden ROMANYA


Bulutlar yavaş yavaş kaybolmaya başladığında biz de kendimizi başka bir diyarda buluyoruz. Hava soğuk ve nemli, dağım üzerindeki platoda ilerliyoruz. Manzara mükemmel, hani Yüzüklerin Efendisi’nde atlarla kurtların savaştığı bir sahne var ya, sanki oradayız.







Kimden ROMANYA


Teleferikten inip yürüyüşe vuruyoruz kendimizi. Dağın kokusu bile farklı, ne olduğunu tanımlayamıyorum, hayvansal bir koku sanki (Yok yok tezek değil). İşaretlerden sapıp ilerideki tepeye tırmanıyoruz. Amacımız aşağıdan bile görünen dev haça gitmek.







Kimden ROMANYA


Tepenin zirvesinde artık sporun yeterli olduğuna kanaat getirip işaretli patikadan devam etmeye karar veriyoruz. Birkaç yüz metre ilerimizde bizim gibi yürüyüş yapanlar var. Patikanın sunduğu manzara hayranlık uyandırıyor.







Kimden ROMANYA


Bir buçuk saatlik yürüyüş sonunda ilerideki tepede, önünden geçen bulut kümeleri nedeniyle kah görülüp kah kaybolan haçı görüyoruz. Haçın üzerinden geçen bulut kıvrılıp üzerimize geliyor, bir anda bulutun içine giriyoruz, görüş mesafemiz on metreye düşüyor. Üzerimizden akıp geçen bulutun cildimizde uyandırdığı hissi ise peri dokunuşu olarak adlandırabilirim.







Kimden ROMANYA








Kimden ROMANYA


Sonunda 2484 metre yüksekteki Kahramanlar Haçı’na ulaşıyoruz. Kırk metre yüksekliğinde çelikten yapılma bu haçı 1926-1928 yılları arasında 1. Dünya Savaşı kahramanları için yapmışlar.







Kimden ROMANYA


Yandaki oturaklarda bulutlu dağ manzarasını seyredip yanımızda getirdiğimiz nevaleleri yiyoruz. Sabah gelirken fırından almıştık, çok lezizdiler.







Kimden ROMANYA


Dönüş yolunda bildik manzarayı bu sefer solumuza alıp yürüyoruz. Bazı bölümlerde "aşağı yuvarlansam kesin ölürüm" düşüncesine engel olunamasa da genel olarak yol güvenli.







Kimden ROMANYA


Yolun kenarındaki mezar taşı neyse ki düşüp ölen birine değil hayatını burada geçiren bir amcaya aitmiş.







Kimden ROMANYA


Dönüş yolu için teleferik istasyonuna gittiğimizde sıranın bina dışına taştığını görüyoruz. Son teleferik 5’te olduğundan herkes gezisini bitirip burada yığılmış. 45 dakika bekledikten sonra teleferiğe biniyoruz. Hiç itiş kakış öne geçme kaynama yok, herkes adabıyla bekliyor.
Yine aynı güzel manzara eşliğinde iniyoruz. İnişte kabloların bağlı olduğu direklerden geçerken önce hafifçe yükselip sonra hızla inişe geçiyoruz. Lunaparklardaki gondola benzer etkisi olan bu eğlenceli hareket kabinden çığlıklar gelmesine neden oluyor.







Kimden ROMANYA


Aşağıda sabah uğradığımız fırına uğrayıp birkaç parça hamurişi daha alıyoruz. İçerde çalışanların hepsi kadın, çalıştıkları mutfak gözler önünde tertemiz bir yer.







Kimden ROMANYA


Pansiyona dönerken birden başlayan yağmurla birlikte gök yere iniyor. Kendimizi bir marketin içine atıyoruz. Elli derecelik çöl sıcağından gelmişim, bırak yağmuru havada nem bile yok. Yağmurla birlikte öyle keyifleniyorum ki alıyorum dolaptan bir bira alıp marketin önündeki güneşliğin altına geçip yağmuru izliyorum. Yağdır mevlam su!
Kaldırımları bile basan şiddetli yağmur nedeniyle artık ıslansak da pansiyona dönmeye karar veriyoruz. Yolları sel almış, atlamak zıplamak boşuna, şampur şumpur suların içinde ilerleyerek pansiyona varıyoruz. Sırılsıklam olsam da halimden hiç şikayetçi değilim, yirmi yıldır su birikintilerine böyle eğlenerek basmamıştım, özlemişim.







Kimden ROMANYA


Güzel odamız karşılıyor bizi. Duşun ardından marketten aldıklarımızla karnımızı doyuruyoruz. Yağan yağmurun sesiyle tatlı bir uykuya dalıyoruz.







Kimden ROMANYA


Sabah sevimli ev sahiplerimize teşekkür ettikten sonra yola düşüyoruz. İstikamet Bran, ve tabi Dracula Şatosu.







Kimden ROMANYA


Romanya’ya gelip de Dracula ilgili bir aktivite yapmadan olmazdı. Birkaç yıl önce tv’de Romanya ile ilgili bir belgeselde Dracula’ya ait olduğu söylenen şatoda ve şato çevresindeki vampir temaları ile süslü mekanlarda eğlenen sunucuya imrenmiştim.







Kimden ROMANYA


Ancak edindiğim bilgilere göre bu şatolar aslında önemli kişilerin evleri. Dracula’nın sarp kayalar üzerinde yer alan ürpertici kaleleri değil. İnternette aradığınızda Dracula’nın şatosu diye birçok yer görmek mümkün, Bran’daki de bunların en popüler olanlarından biri, ama aslında bunların çoğu turist çekmek üzere planlanmış düzmecelerden başka bir şey değil.
Bran’a varmak için önce Braşov’dan geçmek gerekiyor. Daha önce burada kaldığımız için yollara aşinayım. Hazır gelmişken merkezdeki güzel parkın çevrsinde tur atıp geçen haftayı yad ediyoruz. Yönümüzü bulduktan 1.5 saat sonra Bran’a varıyoruz. Kasabanın girişindeki camping tabelalarında vampir resimleri var, çadırlar ağaçların arasında, ortam sessiz. Şimdi gündüz ama bunun gecesi de var, insan burada kalmaya korkar valla.
Kasabanın merkezindeki otoparka park ettikten sonra motor kıyafetlerimizi görevliye emanet edip şatoya doğru ilerliyoruz.







Kimden ROMANYA



Şatonun girişi sıradan bir parkı andırıyor. Tepeye tırmanan merdivenlerden çıkmaya başlıyoruz ki yolun yarısında en az elli metrelik gişe kuyruğu ile karşılaşıyoruz. Bu sıcakta üzerimde motor pantolonları ve elimde çantayla beklemekten çok sıkılsam da bu kuyruğun bir nedeni vardır herhalde ha gayret deyip dişimi sıkıyorum. Gişe memuru işini hiç aceleye getirmeden yapan ifadesiz bir suratı olan gözlüklü orta yaşlı bir kadındı. Kuyruk umurunda değil. Giriş kişi başı giriş ücreti 20 levo (10 YTL) idi yanılmıyorsam. Yanınızda fotoğraf makinesi sokuyorsanız artı 30, kamera varsa 100 levo daha veriyorsunuz. Zaten sıcak havada dikilmekten imanım gevremiş bir de bu fahiş fiyatları görünce “Ulan!” dedim “İçerideki adi vampiri önce ben ısırayım da hıncımı alayım bari!” Fotoğraf makinesini uygun bir yerlerimize sokuşturduktan sonra içeri giriyoruz.







Kimden ROMANYA


Merdivenlerden çıkıyoruz, merdivenlerden iniyoruz, hollerden ilerleyip odalara varıyoruz, eski eşyalara bakıp fotoğraf çekiyoruz, sözde gizli geçitten terasa çıkıp manzara seyrediyoruz ve derken şıp diye bitiyor. Bran Şatosu Müzesi tam bir hayal kırıklığı ile sonlanıyor. Çok eski diye anlattıkları şeyler 150–200 yıl önceden kalma süs eşyaları. Bana pek anlma ifade etmediler. Evet, mimarisi orijinaldi, kimi yerde Escher diyarında hisettim kendimi ama yarım saat kuyruk çilesi ardından 15 dakikalık sıkış tepiş vasat bir müze gezisine bu emek, bu para değmez. Hem nerede bu vampirler arkadaşım, ha!?
Biz hayalkırıklığı ile geri dönerken kuyruk daha da uzamıştı. O sırada orada yürürken bu kalabalık Topkapı’ya ya da Dolmabahçe’ye gitse dipi düşer herhalde diye düşündüm. Kalabalığın yanından geçerken “Boşuna beklmeyin, değmez” diye sıradakilere laf atarak yürüdük.








Kimden ROMANYA


Şato’nun arka tarafında çok sayıda hediyelik eşya satan seyyar dükkân bulunuyor. Bence burası şatodan daha eğlenceliydi.







Kimden ROMANYA


Tişörtler, bardaklar, maskeler, kültablaları, anahtarlıklar, oyuncaklar; çoğu da vampir, Dracula ve Transilvania temalı. Aralarında dolaşmak eğlenceliydi.







Kimden ROMANYA



Karnımız acıkınca otoparkın yakınındaki dükkândan Shaurma ve meyve suyu alıyoruz. Shaurma tavuk dürümün Romanyaca olanı aslında. Ama gerek tavuk gerekse içine koydukları bol çeşitli garnitür bizim kısır tavuk dönerden çok daha zengin, lezzetli ve doyurucu. Fiyatı yerine göre 5-10 levo (2.5-5 YTL) arasında.







Kimden ROMANYA


Otoparka gidip ayaküstü karnımızı doyuruyoruz. Yola çıkmaya hazırlanıyoruz, istikamet Sighişoara. Gps’i aparatına bağlayıp power tuşuna basıyorum ama çalışmıyor. Bu arızayı biliyorum, daha önce de yapmıştı. Aynı nedenle 3 kez servise gidip gelmişti. Sanırım bir hardware arızası var ama servis formatlayıp çalıştırdık diye geri göndermişti. Çalıştırmak zaten sozrun değildi pili bitince zaten yine normal çalışmaya başlıyordu. Geri getirmenin tek yolu pilinin bitmesini beklemek ki o da bir iki hafta alır. Pili sökmeyi düşünüyorum ama bu seferde ters bir yaparım garantisi bozulur diye korkuyorum. Sinirden kan beynime sıçrıyor hem Gps’siz kaldık hem pahalı bir cihaz elimde kaldı. Yine servise gidecek formatlayıp geri gönderecekler diye düşünüp sinirleniyorum (Neyse ki Türkiye’ye döndükten sonra servis cihazı sıfırı ile değiştirdi). Bu arada haritasız da kaldık ne yöne gideceğimizi bilmiyoruz. Neyse diyorum yola koyulalım hele bir yerde harita bulup yolu öğreniriz. İşte bu noktada motosiklet eğitim kitaplarında da yazan hatayı yapıyorum. Kafam motor sürmekte değilken motora binmeye kalkışıyorum. Sonuç olarak motoru çevirmeye çalışırken eğimin farkına varmayıp onca ağırlıkla birlikte motoru sola gümbedenek düşürüyorum. Yan çantam eziliyor, vites kolum yamuluyor o kadar. Bende sorun yok, attım motoru kaçtım ben. Bu XT var ya, gerçekten taş gibi motor.
İleride bir yerden harita bulup yola devam ediyoruz. Yolun yarısında bir süre üç motorçuyla birlikte spontane sürüyoruz ama sonra yollarımız ayrılıyor. Buralar Bükreş ve çevresi gibi karışık değil, trafik çok rahat, doğa mükemmel.
Sighişoara’ya girince ikimiz de bu şehre hayran kalıyoruz. Ortadan geçen nehrin iki yanındaki tepelere kurulan şehir merkezine ilerledikçe güzelleşiyor. İşte burası, binalarıyla, düzeniyle, insanlarıyla, caddeleriyle tam Avrupa kokuyor.
Para bozdurmak için Change Office önünde duruyoruz. Utangaç tavırlarla yanımıza yanaşan yaşlı teyze change office’den daha uygun fiyata dövizimizi bozmak istiyor, ev kirasını yatıracakmış. Böylece ne o ne de biz komisyon ödemeden karlı bir alışveriş yapmış oluyoruz.
Merkezde otellerin pahalı olabileceğini düşünerek arkalara ilerliyoruz. Kısa bir tur sonunda Hera pansiyonda karar kılıyoruz. İki yıldızlı oda 70 (35 YTL) üç yıldızlı oda 100 Levo (50 YTL).







Kimden ROMANYA


Ben motorun başını beklerken odalara bakan Tanya üç yıldızlı odadan gözleri parlayarak dönünce odayı tutuyoruz. Gerçekten parasını hak eden bir oda, beş yıldızlı otel odasını aratmıyor.







Kimden ROMANYA


Salon gibi banyosunda küvet keyfi yaptıktan sonra yolun tüm yorgunluğu gidiyor. Artık dışarı çıkıp yorgunluk birası içecek güzel bir mekan bulmak lazım.







Kimden ROMANYA


Bir ara otoparktan aşina olduğum motosiklet sesleri geliyor. Camdan bakıyorum ki iki motor biri BMW 1150 GS diğeri, F 650 GS park etmiş benim XT’nin yanına. İki kadın bir erkek olan grup Polonya’dan geliyorlarmış. Varna üzerinden İstanbul oradan da Nevşehir’e gideceklermiş. Gezinin toplam süresi 20 günmüş. Geçen sene de aynı rotayı yapmışlar. Ürgüp, Göreme ve Avanos üçlemesine hayran kaldıkları için bu sene de son durak olarak orada birkaç gün dinlenip geri döneceklermiş. BMW F 650 GS’i süren kadın tek başına seyahat ediyordu, kolunda geniş bir skar dokusu vardı. Motor kazası mı acaba diye merak etim ama utandım soramadım. Benim gibi o da tek silindirli motorun uzun yolda vibrasyonundan şikayet etti. Bagajlarını bile indirmeden odalarına çekildiler. Biraz muhabbet edip takılmak isterdim ama çok soğuk tiplerdi.







Kimden ROMANYA


Hazırlanıp dışarı çıktık. Şehrin merkezi çok güzel; aslında Avrupa’nın pek çok yeri gibi düzeni, bakımlı olmasını ve çevredeki özeni beğeniyor insan. Yoksa şaşırtıcı bir şey yok, hani doğu Asya gibi değil mesela, apayrı bir dünyada hissetmiyor insan kendini.







Kimden ROMANYA


Merkezdeki park bir fiil kullanılıyordu. Bu Balkan ülkelerinde parkları çok seviyorlar galiba. Yaşı kemale ermiş amcalar kendilerini kaptırmış iskambil oynuyorlardı. Durup fotoğraflarını çektim fark etmediler bile.







Kimden ROMANYA


Parktan geçip Arnavut kaldırımdan tırmanmaya başlıyoruz. Bu yol tepedeki ortaçağdan kalma tarihi evlere ve saat kulesine çıkıyor. Kenarda küçük ve sevimli hediyelik eşya dükkanları var. Son derece telaşsız ortaçağdan kalmış dünya var burada.







Kimden ROMANYA


Saat kulesinin altından geçen tünelin yan duvarlarındaki küçük kapılardan minyatür müzelere girmek mümkün. İçerde ne mi var? İşkence odası diye birkaç paslı zincir asmışlar bir de karakalem çalışması işkence resimleri koymuşlar o kadar. Zaten odanın büyük kısmını hediyelik eşyalar oluşturuyor. Bu hayalkırıklığı ile sonlanan ikinci ama son müze ziyaretim değil, Allah’ın hakkı üçtür.







Kimden ROMANYA


Saat kulesinin alıtından çıkınca kendimizi meydanda buluyoruz. Kule tam karşımızda duruyor. Çatısı barok tarzında yapılmış olan saat kulesi binası içinde aynı zamanda tarih müzesi de bulunuyor. Saatin sol yanında farklı karakterlerden oluşan kuklalar var. Sabah altıda günü sembolize eden melek figürü akşam altıda da elinde mumları olan melek figürleri görülüyor. Her saat başında bronzdan yapılmış davulunu çalan kukla saati haber veriyor. Bunlar dışında günleri belirten gezegen sembolleri de var.

Vlad Dracul (Vlad Tepes) 1456 – 1462 arasında o zamanlar ismi Walachia (Eflak Boğdan) olan bu bölgenin valisiymiş. Biz onu Kazıklı Voyvoda olarak tanıyoruz. Zalimliğe ile ünlü olan bu zat Fatih Sultan Mehmet’in elçisini de kazığa oturtunca Fatih’in tepesi atmış, bu bölgeye sefer düzenleyip Vlad’ın elinden her şeyi almış. Vlad da Macar’lara sığınmış. Ticari yolların kenarına kazığa oturttuğu insanları dizen bu sadist karakter Bram Stoker’ın romanına göre vampirlerin önde gideni Dracula’nın ta kendisi. Aslında zamanında Vlad Dracul’un da kendine şeytanın oğlu anlamına gelen Draculea takma ismini yakıştırdığını söyleyenler var. Uzun lafın kısası yukarıdaki fotoğrafta Tanya’nın Vlad Dracul’un doğduğu evin önünde çekilen fotoğrafı var. Şimdilerde bu ev lokanta olarak kullanılıyor. Saat kulesine çok yakın olan bu evle kule arasında savaş müzesi var. Giriş pahalı olmayınca dalıyoruz içeri. Karşı duvarda Fatih Sultan Mehmet’in resmi asılı. Zamanında iyi öttürmüş Fatih burayı. Minik bir müze aslında, üç küçük odadan oluşuyor, orta çağda kullanılan silahlar sergileniyor. Aralarında Osmanlı’lara ait olanlar da var. Hey gidi günler hey! Tarihten bahsederken Tanya “Eskiden çocukları barbar Türkler geliyor diye korkuturlardı, bu bizim bilincimize yerleşmiş bir şey” deyince canım sıkılıyor.







Kimden ROMANYA


Meydandan ara sokaklara dalıp yürüyüş yapıyoruz. Sanki zaman tüneline girmişiz ortaçağda bir şehrin sokak aralarında geziyoruz.







Kimden ROMANYA


Sonradan öğrendiğime göre bu güzel ve iyi korunmuş kenti UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş.

Dracul’un büstü belediye binasının bahçesinde bile var. Arka bahçeden şehri seyretmek ise tadına doyulmayacak bir zevk. Arnavut kaldırımların böldüğü turuncu çatılı orta çağ evleri ve kasvetli kilise minareleri anın öylece donmasına neden oluyor.







Kimden ROMANYA


Yürüyüşümüz esnasında manzara karşısında oluşan bu duraklama anını sadece bizim yaşamadığımızı anlıyoruz.







Kimden ROMANYA


Karnımız acıkınca meydana doğru ilerliyoruz. Hediyelik eşyaların yarısından fazlasının üzerinde ya vampir ya da Dracul resmi var.







Kimden ROMANYA


Aşağı şehre ilerleyip kafelerin olduğu bölüme doğru yürüyoruz.

Ben yorgunluk biramı yudumlarken Tanya’da meyve suyunu içiyor. Havayı karatınca geldiğimiz yollarda geri dönüyoruz. Karanlıkta Arnavut kaldırımına vuran topukların sesleri yankılanıyor tünelin duvarında. Arkamızda Dracul’un evi, en iyisi pergelleri açmak.







Kimden ROMANYA


Aşağı meydana inip en merkezi kafeye oturuyoruz. Herhalde biraz tuzludur burası diye içimden geçiriyorum.

Resimde görülen iki kişilik pizza 10 Levo (5 YTL), bira 5 Levo (2.5 YTL) ve kola 4 Levo (2YTL). Galiba hesap da ortaçağdan kalmış, üstelik kalite şahane.







Kimden ROMANYA


Dönüş yolunda Efes Pilsener amblemli tabelası olan markete giriyorum. Efes dışında belki on çeşit bira var. İki bira ve çerez alıp otele geri dönüyoruz. Bizim Polonyalı motorcular çoktan uyumuş galiba. Böyle gezmeden görmeden motor tepesinde tatil olmaz ki ama, anlamadım gitti.







Kimden ROMANYA


Ertesi gün geç uyanıp nehrin karşı yakasını gezmek için yürümeye başlıyoruz. Telefona yüklediğim müzikler arasında Ankara havaları filan da var. Şekeroğlan, bulguru kaynatırlar filan çalıyor. Gaza gelip Sigişoara köprüsünün üzerinde saat kulesine karşı oynuyorum. Tanınmamak ne güzel bir şey yahu! Türklük damarım tuttu galiba, dün akşam da canım rakı çekmişti.







Kimden ROMANYA


Merkeze dönüyoruz. Ana caddede Almanya plakalı onlarca motor var. Hepsi de son model BMW maşallah. Saat kulesine çıkmaya eski şehre gidiyoruz. Kulenin tepesine tırmanıp (yanılmıyorsam 10 Levo karşılığında) şehri seyrediyoruz. Binadaki tarih müzesi ziyaretinden ise diğer hazin müze tecrübelerimiz doğrultusunda vazgeçiyoruz.
Kuleyi çepeçevre saran balkonun korkuluklarında bronz tabelalarda önemli şehirlerin hangi yönde ve kaç km uzakta olduğu yazıyor. İstanbul tabelası güneyi gösteriyor ve 660 km uzakta. Bu kadar yakın olduğunu görünce çok şaşırıyorum. Ben de kendimi uzakta sanıyordum. İzmir’deki evle Mardin arası bunun iki katı be!







Kimden ROMANYA


Akşama kadar sokaklarda sürtüp yeyip içtikten sonra pansiyona dönüyoruz. Yarın yola çıkacağız. Craiova bizi bekler. Biraz da havuz keyfi yapalım. Sonra da dönüş yolu başlayacak artık.







Kimden ROMANYA


Sabah erken uyandıktan sonra Sibiu üzerinden Craiova’ya dönüyoruz. Motor seyahatinin ilk günlerinde de bu yol üzerinden gelmiştik. Benim için Romanya’da en keyif aldığım yoldu burası.







Kimden ROMANYA


Craiova’ya dönüp Vedat’lara yerleştik. Yakınlarda bir yol üstü Türk lokantasına kebap yemeye gittik. Rakıları olduğunu öğrenince aklım başımdan gitti. Özlemişim be!







Kimden ROMANYA


Yemekten sonra meydandaki kafelerde oturduk. Kalan üç günün planını yaptık. Yarın merkezden 15 km kadar uzakta, ağaçlar arasında havuzu olan bungalowlu kampa yerleşeceğiz.







Kimden ROMANYA


Kapıda duran amca giriş için fiş kesiyor. Bungalowun geceliği 50 levo(25 YTL). İçi çok küçük va basık. Sadece uyumak için kullanılabilir. Havuzun suyu da çivi gibi ama girince alışılıyor.







Kimden ROMANYA


Her sabah erkenden uyanıp buz gibi suda yüzen bir amca vardı ama gözlerimi açmaya üşendiğimden kim olduğunu göremedim.







Kimden ROMANYA


Romanya’ya yolunuz düşerse Petrom’dan benzin alın. Duyduğum kadarıyla en kaliteli benzin buradaymış. Avrupa’daki diğer benzinlikler gibi kendi deponuzu kendiniz dolduruyor sonra marketin içine girip ödüyorsunuz. Bizdeki pompacılar yok.







Kimden ROMANYA


Uzun dönüş yolculuğumuz öncesi Craiova’da gezintiler yapıyoruz. Açıkçası ilgi çekici fazla bir şey yok.







Kimden ROMANYA


Yukarıda resimde görülen manzarayı Kızıltepe’de özleyeceğimi biliyorum. İnsanın çevresinde yerde güzel kadınlar olması hayatı da güzelleştiriyor.







Kimden ROMANYA


Bütün gün havuz keyfi, bira, lak lak ve kitap ardından akşam şehir gezmeleri ile geçiyor vakit. Her akşam meydanda ışıklı fıskıye gösterisi oluyor.







Kimden ROMANYA


Çevresinde yüzlerce insan toplanıp gösteriyi izliyor. Gösteri çok matah olmasa da akşamın renkleriyle birleşen meydanın manzarası güzelleşiyor.







Kimden ROMANYA


Gece geç vakitlerde striptiz bara gidiyoruz. İçeride manele çalıyor, sarhoş insanlar saçma sapan dans ediyorlar. Arada bir kız gelip seksi olmaktan çok uzak bir dans eşliğinde altında sadece kilot kalana kadar elbiselerini çıkarıyor. İçerideki müşterilerin yarıdan fazlasının kadın olması ise işin en ilginç tarafıydı.







Kimden ROMANYA


Ertesi gün Romanya’daki son günüm. Gün buruk bir ruh halinin hakim olduğu yol hazırlıkları ile geçiyor.







Kimden ROMANYA


Ertesi gün sabah erkenden yola çıkıyorum. Geldiğimiz yoldan geri dönüp 60 km güneyde Tuna Nehri kenarındaki sınıra iniyorum. Gümrük görevlileri yine rüşvet istiyorlar. Gelirken Bulgar tarafında 5 Euro istemişlerdi bunlar 20 istiyorlar. Çıkarıp 10 veriyorum adam kabul etmiyor illa 20 istiyor. Bu sefer Bulgar’lar gibi “Komşi corba” diye sevimlilik de yapmıyor adam. Belli ki arıza çıkaracak Jesus’undan bul deyip veriyorum rüşvetini. Karşıya feribot için yarım saat kadar bekliyorum. Bu arada Tuna’nın kenarında akan suyu izliyorum. “Tuna nehri akmam diyor, Kenarımı yıkmam diyor, Şanı buyuk Osman Paşa Plevne’den çıkmam diyor”







Kimden ROMANYA


Bütün gün süren yolculuktan sonra akşam hava karadığında Edirne’deyim. Merkezdeki ucuz otellerden birine yerleşip duş aldıktan sonra kendime geliyorum. Yakındaki bir meyhaneye oturup nefis zeytinyağlıları iştahla ve özlemle götürüyorum. Seyahatin kıssadan hisselerini çıkarmaya çalışıyorum aklımdan.

1)Avrupa yollarında motosiklet kullanmak çok kolaymış. Yollar kaymak gibiymiş, sürücüler motosiklete saygılıymış. Mutlaka tekrar yapılaymış.
2)Sınır geçişleri için vize alma derdine katlanmak ardından gelecek ödüle değermiş.
3)Balkanlarda tatil yapmak Türkiye’de tatil yapmaktan daha ucuzmuş. 3 Hafta boyunca benzin konaklama yemek içmek her şey dâhil Tanya’yla birlikte toplam 1300 Euro harcamışım. Galiba benzin bizimkinin yarı fiyatı olunca haliyle hemen hemen her şey daha ucuz oluyor.

Ertesi sabah 9’da yola çıkıyorum. Edirne’den Çanakkale’ye oradan da Altınova’ya gideceğim. Uzunköprü ve Keşan’ı geçip Eceabat’a ulaşıyorum. Buraya kadar bütün yol mükemmel. Sabah serinliği yüzüme vururken yemyeşil çevrenin ortasından akan yolda motor sürmek unutulmaz bir histi. Hazır üzerimde seyahatin bitimine yaklaşmanın verdiği hüzün de varken, Gelibolu yarımadasında, solumda Çanakkale Körfezi’nin koyu mavisi, sağımda şehitliklerle dolu çam ormanlarının arasında yol alırken duygudurumum çok karışmıştı. İçimden oracıkta durup yere uzanmak, öylece yatmak geçiyordu.







Kimden ROMANYA


Vakit kısıtlı olduğundan şehitlikleri ziyaret edemedim.







Kimden ROMANYA


Eceabat’ta feribota binerken kendime bu yola daha fazla zaman ayırmaya söz verdim. (Bu yol neredeyse baştan sona video çekmişim, foto yok maalesef)







Kimden ROMANYA


Çanakkale’yi yıllardır görmek isterim ama fırsat olmadı. Bu sefer de içinden şöyle bir geçmekle yetineceğim ne yazık ki.







Kimden ROMANYA


Ezine, Ayvacık, Edremit ve Ayvalık üzerinden fazla mola vermeden güneş batımına yakın Altınova’ya ulaşıyorum. Geçtiğim bu yolun da özellikle Edremit’e kadar olan bölümü mükemmeldi. Her motorcunun bu yoldan büyük keyif alacağına eminim. Çam ormanlarının eksik olmadığı bol virajlı ve geniş yollarla başlayan rotaya Akçay civarında deniz manzarası ve kokusu ekleniyor. Akçay’ girmeden önce deniz kenarında burnuma gelen yosun kokusunu duyunca kendimi eve gelmiş hissettiğimi, çok mutlu olduğumu motor üzerinde zıplayasım geldiğini hatırlıyorum.







Kimden ROMANYA


Altınova’da dayımın yazlığında Eşengemi ve kuzenimi görünce daha da mutlu oluyorum (Anneanneme çocukken eşenge dermişim, adı öyle kaldı, bütün torunlar hala eşenge derler ona). Zeytinyağlılar ve mangal hazır olunca kadehler de doluyor elbette. Üzerine Altınova’nın serin havası ve Eşenge’nin eski mahalle hikâyeleri eklenince muhabbetin tadına doyum olmuyor.







Kimden ROMANYA


Gece cilalanmak üzere dayımla sahile gidip yıldızları seyrediyoruz. Ergenliğimde bu kumsalda geçirdiğim günler akıp geçiyor aklımdan. On beş yıldan fazla zaman geçtiğine inanamıyorum.







Kimden ROMANYA


Ertesi sabah acele etmiyorum, İzmir’e 2 satte giderim nasıl olsa. Öğlen Kuzen Özgürle çevre siteleri gezmeye çıkıyoruz. Öğleden sonra dinlenmiş olarak hazırlanıp yola çıkıyorum. Daha evden 5 km bile uzaklaşamadan motorun altından trak diye bir ses geliyor ve gaz kolunu çevirdikçe motor ses çıkarmaktan başka bir şey yapmıyor. Duruyorum, vitesi bire getirip tekrar gazı açıyorum ama yok motor gitmiyor. İnip bakıyorum ki zincir atmış. Atacağı varmış da çok güzel yerde atmış, ülkemdeyim ve eve yakınım. Kuzen gelip alıyor beni, Altınova’nın içinden bir motorcu bulup ayaküstü bakım yapıyoruz. Zincirin ömrü bitti biliyorum ama Mardin’e kadar yenisini almaya niyetim yok. Kendim kaşınıyorum. Zincir temizleme, germe ve diğer ufak bakım işlerinden sonra İzmir’in yolunu tutuyorum.







Kimden ROMANYA


İlk motor aldığımda da aynısını yapmıştım; babamın bürosunun önüne destursuz gürültüyle dalıyorum. İlk tepki “Bu ne oğlum hengâme gibi!” oluyor. Akşam ailecek hoş vakit geçiriyoruz. Ertesi gün onlar arabayla ben motorla Gediz’e gidiyoruz. Orada bir gün kaldıktan sonra sabah yola çıkıyorum. Uşak, Afyon, Konya üzerinden geçip geceyi geçirmek üzere Ereğli’de konaklıyorum. Gördüğüm kadarıyla tahminimden daha modern bir yerdi.
Ertesi sabah Pozantı’ya gidiyorum. Buraya kadar yolda çalışma olduğundan zaman zaman kamyon konvoyları can sıkıcı oluyorlar. Pozantı’dan otoban’a girip Adana’ya gidiyorum. Gişelerden geçtikten hemen sonra zincir tekrar atıyor. Öğlen sıcağının altında tek başıma zinciri takıyorum, ellerim siyah yağa bulanıyor. Neyse ki yanımda sabunlu mendil var. Birkaç kısa moladan sonra hava kararmadan saat 5’te Urfa’dayım. Kemal’in dükkânına uğruyorum. Ufak bir moladan sonra tekrar yola çıkıyorum. Son 45 dakikayı karanlıkta sürüyorum. Kamyonlar bufalo sürüleri gibler, aralarından sıyrılamazsan ezerler. Karanlıkta, kamyon sürülerinin arasında Türkiye’nin en berbat yolunda yol yorgunu motosiket sürmek işkenceden farksız. Bu yoldan her geçtiğimde olduğu gibi arkası kesilmeyen çukurlara girip çıkmaktan midem ağzıma gelince küfürü basa basa ilerliyorum. Kesinlikle seyahatin en kötü yolu (Bahse varım Türkiye’nin de en kötü yoludur burası, nacizane daha berbatını görmedim).
Saat 19:30’da hava karardığında Kızıltepe’de evin önünde bir ay önce ayrıldığım noktada duruyorum. İnip motora bakıyorum. İçimden ona teşekkür ediyorum. Eksik çanta kapağı, eskimiş lastik ve zincir dışında fazla bir zaiyatı yok maşallah. Çıktığımdan bu yana 7500 km yol gitmişiz beraber.







Kimden ROMANYA


Kızıltepe’den çıkıp motorla Romanya’ya sağ salim gidip geldim ya, içimde garip bir his var: Bir üst basamağa çıkmışım gibi sanki. Neye karşı olduğunu bilmem ama zafer kazanmış gibi hissediyorum kendimi, özlemişim bu duyguyu.